18 Haziran 2025 tarihinde başlayan Rodos gezimde, en uzun gün olan 21 Haziran’da ve 40 derece sıcakta, Rodos kent surlarının yaklaşık 1.5 km. batısında, kentin yakın dönemde gelişmiş bir bölgesinden geçerek Monte Smith (St. Stephan Hill) tepesinde bulunan Rodos Akropolü‘ne (Akropolis-Yukarı şehir) gittim. Sokakların birisinde Elefterios Venizelos’un heykeli ile karşılaştım. Yunanistan Başbakanının Girit’in Hanya kenti sınırları içinde bulunan mezarını da 6 yıl önce yine bir Haziran günü ziyaret etmiştim.


Rodos Akropolü, bu antik kompleks, kentin batısındaki ve en yüksek kısmına hâkim bir konuma yerleştirilmiş. Bu stratejik yerleşimi, antik çağlarda sitenin hem dini hem de siyasi bir merkez olarak seçilmesinde belirleyici bir rol oynamış.

Antik Rodos kenti, M.Ö. 407 yılında, bilinen kent planlamacısı Miletus’lu Hippodamos tarafından ızgara plan (Hippodamian plan) olarak tasarlanmış. Ancak, Rodos Akropolü, kentin ızgara planının aksine, Monte Smith Tepesi’nin doğal hatlarını takip eden (münhani ya da eş yükselti eğrisi) basamaklı teraslar üzerine inşa edilmiş anıtsal bir bölge. Bu iki alan rasyonel bir şehir planını, doğal topografya ve dini anıtsal yapıların kutsal karakteriyle uyumlu bir şekilde birleştirebildiğini gösteren önemli bir örnek. Akropolün yeri, kentin merkezinde yer alan bir “çekirdek”ten ziyade, şehrin sınırında, doğa ve insan yapımı eserlerin sanatsal bir kombinasyonunu sergileyen kutsal bir bölge olarak tasarlanmış.
Rodos Akropolü’nün en dikkat çekici özelliklerinden biri, Atina gibi diğer birçok antik Yunan akropolünün aksine, etrafında sur tahkimatının bulunmamasıdır. Geleneksel olarak akropoller, savaş zamanında bir kale ve sığınak olarak işlev görürken, Rodos’un Akropolü bu savunma rolünden uzaktır. Rodos; ada olması, donanmasının güçlü olması ve diplomatik anlaşmaları sayesinde güvenliğini sağlamış, bu nedenle de duvarlarla çevrili bir kaleye ihtiyaç duymamış. Tıpkı Girit’teki Minos uygarlığında ve Knossos sarayında olduğu gibi. https://danyalasik.com/2019/06/17/minoslular-ve-knossos/ Akropolün savunmasızlığı, kentin odağının askeri gücün ötesinde sanata, bilime, dine ve kültüre dayandığının güçlü bir göstergesi. Burası bir savunma mekanı değil, halkın dini ibadetlerini gerçekleştirdiği, eğitim aldığı ve rekreasyonel etkinliklere katıldığı bir kültür ve ibadet merkezi olarak hizmet vermiş.
Rodos Akropolü’ndeki yapılar, güçlü istinat duvarlarıyla desteklenen basamaklı teraslar üzerine inşa edilmiş. Akropol’ün anıtsal bölgesi, geniş tapınaklar, halka açık binalar ve yer altı ibadet yerlerini barındırmaktadır.
Akropol bölgesine, doğu yönünde bulunan ve ziyaretçilerin dinlenmesi için yapılmış tek katlı bir kafeterya tarafından girdim. Batı yönünde ilerlemeye devam ettiğimde, ilk karşılaştığım yapı Odeon oldu. Odeon, antik dönemde müzik performansları ve retorik (söz söyleme sanatı) dersleri için kullanılmış. 800 seyirci kapasiteli mermer oturma yerlerinden oluşan Odeon, tepeye yaslanmış küçük bir tiyatrodur. İtalyan yönetimi döneminde, neredeyse yeniden inşa edilen Odeon’da, günümüzde de müzik etkinlikleri yapılıyormuş.





Odeon’un sağ tarafında (kuzey yönü) retorik eserlerin saklandığı Kütüphane Binasının kemerli dış duvarı bulunuyor.

Odeon’un hemen sol tarafında, tepenin güneydoğu yamacında da Stadyum yer alıyor. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan Stadyum 210 m. uzunluğunda olup, antik dönemde spor etkinliklerine ev sahipliği yapmış. Rodos’un koruyucu tanrısı Helios onuruna ”Haleion” adı verilen atletik oyunları düzenlenmiş. M.Ö. 300 yıllarında başlayan bu oyunlar uzun yıllar devam etmiş. Yaklaşık 2oo m. mesafeli Stade koşusu, yaklaşık 400 m. mesafeli Diaulos koşusu, stadyum içinde başlayıp, kutsal alanlardan geçtikten sonra stadyum içinde sonlanan 12 ila 24 turlu yaklaşık 4.8 km.lik Dolichos koşusu, güreş, boks ve beşli yarışma olan Pentatlon (boks, güreş, mızrak-cirit atma, disk atma, kısa mesafe koşu) yarışmaları yapılıyormuş. İtalyanlar tarafından ilk restorasyonu gerçekleştirilmiş olan stadyumda hakemler ve görevliler için ayrılan koltuklar (proedries) ile yarışmaların başlangıç noktası belirgin bir şekilde görülüyor.





Stadyumdan Odeon’a geri döndüm ve hemen bitişiğindeki merdivenlerden tepede bulunan Pythian Apollon Tapınağının bulunduğu yere çıktım. Tepenin güney kısmında yer alan bu tapınak, Rodos’un koruyucu tanrılarından Apollon’DDora adanmış. M.Ö. 4. yüzyılda inşa edildiği düşünülen yapı, Dorik tarzda bir peripteral. Yani, dört tarafı tek sıra Dor tarzı başlıklı tek sıra sütunla çevriliymiş. Antik çağda, denizden Rodos’a yaklaşan gemiler için görkemli bir simge yapıymış. Ne yazık ki, tapınak İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bombalamalar nedeniyle ciddi hasar görmüş. Bugün ise, tapınağın ayakta kalan bir kaç sütununun restorasyon çalışmaları yapılıyor.




Apollon tapınımı, tanrıların insanlıkla iletişim kurabileceği ve geleceği, hak edenlere açıklayabileceği kehanet yerlerinin kurulmasını ve sürdürülmesini içeriyordu. Bu tapınaklardaki kâhinin orijinal adı Pytho’dur. Kâhine bu ad Delphi tapınağında yaşayan büyük yılan Python nedeniyle verilmiş. Parnassus Dağı’nın yamacına tırmanan Apollon, uzun bir mücadeleden sonra yılanı öldürmüş ve cesedini kahinin yaşadığı yarıktan aşağı atmış. O zamandan beri Güneş Tanrısı, Pythian Apollon olarak adlandırılıyormuş. Bu nedenle, Rodos Akropolündeki tapınak Pithian Apollon tapınağı olarak anılmaktadır. Ege’de İzmir ili sınırları içinde yer alan Klaros antik kenti de Apollon adına yapılmış böyle bir kehanet yeridir. https://danyalasik.com/2016/07/10/klaros-bilicilik-kehanet-kenti/. Akropol’ün en kuzey ucunda bulunan Athena Polias (kentin koruyucu tanrıçası) ve Zeus Polieus (kentin koruyucu tanrısı) Tapınağı, Dor başlıklı sütunlardan oluşan revakla çevriliymiş. Bu anıtsal yapıda, Rodos’un diğer devletlerle yaptığı yazılı antlaşmalar muhafaza ediliyormuş. Bu durum, tapınağın dini rolünün yanı sıra, kentin siyasi ve diplomatik hayatındaki merkezi önemini de gösteriyor. Ancak bu tapınaktan geriye pek bir şey kalmamış. Bu nedenle de buraya gitmekten vazgeçtim.
Pythian Apollon tapınağının hemen yakınında ve güney yönünde, kayaya oyulmuş dört yer altı yapısından oluşan Nymphaia kompleksi, ibadet ve rekreasyon amaçlı kullanılmış. Su perileri Nymphalara adanmış kutsal alan; giriş basamakları, geçitler, iç nişler ve su sarnıçlarından oluşuyormuş.


Akropol alanında, limandan bile görülebilen etkileyici bir cepheye sahip olan Stoa yapısı (sütunlu galeri), Artemis kültüne adanmış bir ibadet yeri olan Artemision, atletlerin antrenman yaptığı ve sanat eserlerinin sergilendiği bir alan olan Gymnasium gibi diğer önemli yapıların da izleri bulunmaktadır.
Rodos Akropol’ü, yalnızca anıtsal yapıların bir koleksiyonu değil, aynı zamanda Helenistik Rodos’un kültürel ve sosyal hayatının merkeziymiş. Tapınaklar ve kutsal alanlar; Helios (güneş tanrısı) ve Apollo gibi tanrılara ibadet edildiği, dini ritüellerin ve törenlerin yapıldığı yerlerken, Stadyum ve Odeon gibi halka açık binalar ise, rekreasyonel ve sanatsal faaliyetler için kullanılmış.
Arkeolojik çalışmaların hala devam ettiği Akropol’ün tamamı henüz kazılmamış. Çevresindeki 12,500 m²’lik bir arkeolojik bölge, gelecekteki kazı çalışmaları için modern yapılaşmaya kapatılmış.
Sonuç olarak; Rodos Akropol’ü, Helenistik dönemin mimari ve kültürel dehasının nadir bir örneğidir. Bir savunma kalesi değil, Hellenistik Rodos’un kültürel, dini ve sosyal merkezi olarak tasarlanan bu kompleks, Hippodamos’un rasyonel kent planlaması kapsamında, tepenin doğal topografyası teraslandırılarak oluşturulmuştur.
Bir başka yazımda buluşmak üzere, esen kalın sevgili dostlar.
GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/veM7MiPxNeVwh8em9
Osmanlı dan kalan silinip gitmiş izleri, dikkatli gözler Rodos sokaklarında dolaşırken farkedebilir. Şehrin bütün cazibesi eski Osmanlı yerleşiminde halen hüküm sürmektedir.
Oradayken; alınmasının mümkün olmadığı Rodos kalesini Kanuni’nin nasıl fethettiğinin; askeri okullarda ders olarak okutulduğunu da duyarsınız
Liman restoranlarında tamamlanan güzel bir gezinin akabinde feribotla Marmaris’e geçerek gezinizi sonlandırırsınız
BeğenLiked by 1 kişi