ŞEYTANIN KAHVESİ, AYVALIK

Arkadaşım Soula ile birlikte 23 Haziran 2023 tarihinde Midilli’ye geçmek üzere, Ayvalık’ta buluşmuştuk. Midilli gezimizden döndükten sonra, Ayvalık’ta geçen yıl gitmediğim yerleri gezmeye başladık. Bu konuda sevgili Soula bana rehberlik yaptı.

Sahil yolunun arka tarafında bulunan Ayvalık’ın daracık ara sokaklarına daldık. Rumlardan kalan taş evlerin arasında dolaşırken ilk durağımız Çınarlı (Alibey) camii oldu. 1790 yılında yapılmış olan Aya Yorgi (Ayios Yorgis) kilisesi camiye dönüştürülmüş ve adı Çınarlı camii olmuş. Caminin iki sokak arkasında 13 Nisan caddesinde (aslında burası da sokak) bir kahvehane ile karşılaştık. Soula da, beni bilerek, buraya yönlendirmiş. Kahvenin giriş kapısının üzerinde, renkli camların altındaki tabelâda ”ŞEYTANIN KAHVESİ” yazıyordu.

Şeytanın Kahvesi ile, ilk olarak Soloup’un ”Ayvali” adlı çizgi romanında karşılaşmıştım. Şimdi tam karşımdaydı. Kapıda müşterileriyle sohbet eden, kahvenin sahibi Suat beye, kahvenin adının nereden geldiğini sordum. Beni kahve içine aldı ve soldaki duvara asılı bir fotoğrafın önüne götürdü ve dedesi Şeytan Halil’i anlattı. Midilli’nin Agra köyünde doğmuş, dedesi Şeytan lakaplı Halil (1877-1932). Halil, haşarı bir çocukmuş, ele avuca sığmazmış. Bir gün köyde, bahçede gözleme pişiren Rum kadınların üzerine, duvarın arkasından görünmeden taşlar atmış. Önce ne olduğunu anlayamayan kadınlar, Halil’i fark ettiklerinde, ”Seni Şeytan Seni” diye bağırırlar. Bu olaydan sonra Şeytan Halil diye anılır olmuş. Mübadeleyle Edremit ve sonrasında Ayvalık’a gelen Şeytan Halil, Şeytanın Kahvesi adıyla bu kahveyi işletmeye başlamış. Şimdi, torun Suat Kaçak tarafından işletiliyor. Çay ve kahvenin yanı sıra özel formüllü harika koruk suyu yaz gününde insanı serinletiyor.

İçeri girildiğinde, tam karşıda sol köşe kahve ocağı olarak düzenlenmiş. Sol duvarda Şeytan Halil’in fotoğrafının biraz ilerisinde bir kütüphane bölümü hazırlanmış. Kütüphane dolabının üstüne bir Atatürk büstü yerleştirilmiş. Duvarlarda kahvenin eski fotoğrafları, kahvenin müdavimlerine ait fotoğraflar ve Atatürk fotoğrafları asılmış.

Bunların arasında Akrostiş şiirler çerçeve içinde yer alıyor. Sahibi Suat Kaçak’ın da karakalem bir resmi de var. Tam karşıdaki duvarı, magazin dergilerden kesilmiş eski ses sanatçılarının fotoğrafları süslüyor. Altın varaklı bir ayna karşı duvarda, ahşap çerçeveli büyük bir ayna da sağ duvarda asılı. Sağ köşede, kırmızı renkli bir tuvalet masası ve üzerinde taş plak çalan bir gramofon bulunuyor. Sağ duvardaki vitrinlerde de geçmişte kullanılan daktilo, mekanik hesap makinaları, masa saatleri ve idare lambaları sergileniyor.

Salon tavanının tam ortasında büyük bir avize asılı. Kahveye ahşap masa ve sandalyeler yerleştirilmiş. Giriş kapısı ile sağ ve soldaki pencereler kemerli olup, kemerlerin içi yaprak şeklinde mavi, turuncu ve yeşil renklerde vitraydan oluşuyor. Giriş kapısının üstünde taş plaka üzerine yazılmış ”Şeytanın Kahvesi” ibaresi, kemer içindeki vitrayın üstünde taşa oyulmuş yapım yılı olan 1865 ve kemerin üzerinde yine taşa işlenmiş bir insan başı bulunuyor.

Bir başka öykü daha var, Şeytan’la ilgili. Ayvalık’ın korku nedir bilmeyen, bıçkın delikanlılarından Stringaros’un Şeytan’ın Tavernası (Taberna O Diabolos) varmış. Stringaros, gençliğinde çok kan dökmüş. ”Benim döktüğüm kanı, Azizler toplu halde gelseler, paklayamazlar vallahi” dermiş. Kadın ve çocuklar dahil, çok cana kıymış. Yaşı ilerleyip, saçları beyazlaşınca, yaptıklarından pişman olmaya başlamış. Bu durum sürekli kafasını kurcalıyor ve kendi kendini yiyip bitiriyormuş. Paşa limanının tam karşısında Hakkıbey yarımadasının bir burnu var, ada gibi görünüyor. Bir dönem, buraya akıl hastalarını kapattıkları için de Tımarhane adası deniyor. Tımarhane adasının ortasında ağaçların arasında bir boş alan var. Burası Ayia Paraskevi (Azize Paraskevi) manastırının kalıntılarının olduğu yer. Azize Paraskevi, 10 yaşında Hz. İsa’nın sesini duymuş, kendini dine adamış, Kudüs’e gitmiş, dilenci kılığında dolaşır varlığını fakirlerle paylaşırmış. Genç yaşta Silivri yakınlarında vefat etmiş. Biz öykümüze dönecek olursak, bir gün Stringaros kayığına atlayıp, Fotaki’nin yaşadığı Tımarhane adasına gitmiş, biraz efkâr dağıtmak için. Fotaki’ye de Cennet ve Cehennem’in gerçekten var olup olmadığını sormuş. Kendini cehennemlik olarak görüyormuş, çünkü. Adada, bir gece gördüğü rüyada, Azize Paraskevi Stringaros’a ”Rakıyla mı geldin tövbe etmeye? Yarın bu adadan gidesin, evine kapanasın, kendini duaya ve perhize veresin” demiş. Ertesi gün adadan ayrılmış. Bir ay sonra da, tavernasının önünde, tüfeğinin tetiğine ayak parmağı ile basmış şekilde sırt üstü ölü bulunmuş. Çorak bir araziye, papazsız gömmüşler.

Yukarıdaki iki öyküde anlatılan kahve ve taverna aynı yer midir, bilinmez ama belki sizler bir tahminde bulunabilirsiniz.

GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/CJnj7JndRT8mdWcQ8

8 comments

  1. Merhaba okadar güzel bir anlatım ve paylaşım ki bende tam bir Ayvalık aşığıyım olmazsa olmazım ruhumun dinlencesi her yıl mayıs sonu ve ekim aylarında gelirim ayvalığa sokaklarında kaybolmak ve yeniden kendimi yenilenmiş ruhen hafiflemiş olarak bulurum Ankaradan sevgiler…

    Liked by 1 kişi

Zekiye için bir cevap yazın Cevabı iptal et