ANKARA’NIN TARİHİ HANLARI

Kentlerin günlük yaşamında ”Çarşı” denilen, dükkânların bulunduğu alışveriş (ticari) mekânları, insanlar tarafından sıkça kullanılan alanlardır. Bu alanlar içerisinde dükkânların yanı sıra bedesten arasta ve han gibi yapılar yer almaktadır ve bu yapılar sayesinde ticaret daha bir yoğun yapılabilmektedir. Hanların konaklamaya olanak sağlaması, diğer yapılardan kendini ayıran bir özelliktir. Bu tanım şehir hanları için yapılabilir. Özellikle Anadolu’nun, doğu-batı yönünde uzanan ”İpek Yolu”nun (Çin’den başlayıp Avrupa içlerine kadar devam eden ünlü ticaret yolu) üzerinde olması, kervan trafiğine de hizmet vermesi açısından şehir hanları, menzil hanları (kervansaray) ile birlikte daha bir önem kazanmış.

Hanlar, genel olarak; ahşap, tuğla veya taş kullanılarak, arsanın durumuna göre, kare veya dikdörtgen planlı, tek veya iki katlı (ahır bölümü bodrum katında olanlar, üç katlı), ortasındaki üstü açık avluya bir veya iki girişi olan yapılardır. Genelde, üst katın avluya bakan dört tarafına, önü revakla çevrili odalar yerleştirilir.

Hanları ve hanlar arasındaki yolculuğu, o gariplik ve yalnızlık duygusunu en iyi anlatan Faruk Nafiz Çamlıbel adlı şairimizdir, herhalde. O ünlü ”Han Duvarları” şiirinde, 1922 yılında, Ulukışla’dan Kayseri’ye, yaylı tabir edilen bir at arabası üzerinde yaptığı yolculuğu anlatırken, gecelediği hanların duvarlarında, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizeleri ve öyküsüyle karşılaşmış. İki farklı kişinin yolları bu hanlarda kesişmiş ve Faruk Nafiz Çamlıbel, bir anlamda kendine bir yol arkadaşı bulmuş. ”Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı” dizeleriyle başlayan şiirinde; uzun yollar, sararan gökyüzü tasvir edildikten sonra, vatanın dört bir tarafından gelen gariplerin, han içinde bir ateş etrafında toplandığı, isli bir lambanın soluk ışığı altında, içlerini çekerek gurbet acısı, sıla özlemi duyuşları anlatılır.

Ankara; 16. ve 17. yüzyıllarda, tekelinde bulundurduğu tiftik ve sof kumaşı üretim ve ticaretiyle önemli bir merkez haline gelmiş. Burada, sof kumaşı hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. Ankara’nın tiftik keçisinin uzun ve parlak kıllarından (tiftik) yapılmış ve ince bükülmüş ipliklerden dokunan, doğallığının yanı sıra, serin de tutan, düz bir kumaş. Kumaşa, yıkama ve fırınlama işlemiyle parlaklık kazandırılıyor. Ankara sofu olarak da biliniyor. Elbise astarları olarak kullanılmasının yanı sıra, padişah kaftanlarının yapımında da kullanılmış. Ankara sofu ve tiftik, deve kervanlarının önemli bir yükü haline gelmiş.

Ankara’nın tarihi hanlarını, belki iki bölümde ele almak gerekir. Birincisi, İstanbul ve Bursa’dan Ankara’ya gelen kervanların, günlük menzil olan 30-40 km. de bir yer alan hanlar (menzil hanları). Bu hanların önemli bir bölümü, Ankara’nın Nallıhan, Beypazarı ve Ayaş ilçe merkezi ve sınırları içinde bulunmakla birlikte, zamanımıza kadar ulaşan çok az sayıda han binası var. İkincisi ise, İpek Yolu’nun Ankara’ya girişi olan Hergele meydanından Kale’ye kadar olan alan içindeki hanlar. At pazarı meydanı ve sokağı çevresi Hanlar bölgesi olarak da anılmakta. 1924 yılında Lörcher ve 1932 yılında uygulamaya konulan 1928 yılı Jansenn planları ile Eski Ankara olarak adlandırılan Kale, çevresi ve eteği olan Tahtakale (kale eteği ya da taht-el kale) yanında, modern Türkiye’ye başkentlik yapacak modern bir Ankara yaratılmaya çalışılmış. Eski Ankara’ya, eklemlenmiş yeni ticaret merkezleri oluşturulmuş. Bu süreçte Kale bölgesi, kimsesiz ve düşük gelir gruplarının yaşadığı çöküntü alanları haline gelmiş.

Ankara kenti, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar ticaret merkezi özelliğini korumuş. Bu süre içinde, kentin ticari yaşamında faaliyet gösteren hanlar var. Rifat Özdemir, Ankara’nın hanlar bölgesi ile ilgili 1986 tarihli çalışmasında, 1785-1840 arası 30 dan fazla hanın bulunduğundan bahsederken, Aktüre S, 1902 yılında 33 adet olan han sayısının, 1927 yılında 27 adete düştüğünü belirtiyor. Bakırer Ö. ve Madran E., 1984 tarihli çalışmalarında, han sayısını 12 olarak vermektedirler. Han sayılarının azalmasına neden olarak; büyük yangın, bakım ve onarımların yapılmaması, farklı kullanımlar, Lörcher ve Jansenn kent planlama kararlarıyla bölgenin öneminin azalması sayılabilir.

Ankara’daki Ahilik geleneği kapsamında, Hergele meydanından Ankara kalesine kadar olan yamaç içerisinde, kendilerine ayrılan sokaklarda oluşan arastalar ”Tenekeciler, Bakırcılar, Bezciler, Saraçlar, Çıkrıkçılar, Kavaflar vs.” arasında sosyal yaşama da hizmet veren kahvehaneler, mescitler ve hanlar bulunuyor. Bu durumu en iyi yansıtan, Hollanda Amsterdam Rijkmuseum envanterine kayıtlı, 1700 lü yıllara ait olduğu tahmin edilen yağlıboya resim. Halen Rahmi Koç müzesinde (Çengel Han) sergileniyor. Bu resmin Ankara’ya ait olduğunu tespit eden Semavi Eyice’nin adını da, burada belirtmem gerekiyor.

Hergele meydanı ve Tahtakale çarşısının bulunduğu alan ”Aşağı Yüz” ve Kalenin ana girişi önündeki Atpazarı ve Koyunpazarı bölgeleri de ”Yukarı Yüz” olarak adlandırılmaktadır. Hanların çoğu burada yer aldığı için de, Yukarı Yüz’e, hanlar bölgesi de denilmektedir. Suluhan’ın da bulunduğu Aşağı Yüz’e sonradan Taşhan, Şakirbey Hanı, Kayseri Hanı ve Karaoğlan Çarşısı da eklemlenmiş ve Ulus bölgesi de ticari bir merkez haline gelmiş. Önceleri, özellikle Yukarı Yüz bölgesindeki ticari hareketlilik yoğunmuş. Ankara’ya gelen yabancı tüccarlar, daha çok, Yukarı Yüz’de bir ticaret merkezi olan Mahmut Paşa Bedesteni’nin (Anadolu Medeniyetler Müzesi) çevresinde yer alan Kurşunlu Han, Safran Han, Çukur Han ve Çengel Han’da konaklıyorlarmış. Kale’nin hemen yanı başında olması ve güven verme duygusu da belirleyici.

Bakırer Ö. ve Madran E. nin 1984 tarihli, ”Ankara’da Hanların Ortaya Çıkışı” çalışmasında, 30 adet hanı, alfabetik olarak, şöyle sıralamış:

1-Ağazade, 2-Allemkallem, 3-Aydın, 4-Bakır, 5-Bala, 6-Çengel, 7-Çukur, 8-Hacböcek, 9-Han, 10-Han, 11-Hayret, 12-Kaban, 13-Karaman, 14-Keçeciler, 15-Kıbrıs, 16-Kırmızıoğlu, 17-Kurşunlu, 18-Muslu, 19-Pembe, 20-Pilavoğlu, 21-Pirinç, 22-Rençber, 23-Sarıkadıoğlu, 24-Sulu, 25-Tuz, 26-Urgancılar, 27-Yeni, 28-Yenisaray, 29-Yıldız, 30-Zafran (Zağfiran ya da Safran).

Bu hanlardan günümüze ulaşanlar: Bala, Çengel, Çukur, Kıbrıs, Kurşunlu, Pilavoğlu, Pirinç, Safran, Sulu, Yeni, Yenisaray ve Yıldız hanları.

Bala Hanı: Yukarı Yüz de denilen Hanlar bölgesinde, Pirinç sokak ile Koyunpazarı yokuşu’nun (Gözcü sokak) kesiştiği köşede yer almaktadır. Karşısında Ahi Elvan camii bulunmaktadır. Üç katlı, ahşap karkas ve arası kerpiç doldurulmuş. Yeraltı, temel bölümü taşla örülmüş. 19. yüzyılın sonunda yapılmış. Üst katlarda demir parmaklı balkonlu iki ev ve alt katta dükkânlar bulunuyor.

Çengel Han: Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış. Ham tiftik, yapağı, yün, sof kumaş, ve deri ticaretinin yapıldığı bir mekânmış. Çengel Han, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, çevredeki diğer bazı hanlarla birlikte, cezaevi olarak da kullanılmış. İş adamı Vehbi Koç’un ilk dükkânın da yer aldığı Çengel Han, 2005 yılında Koç Vakfı tarafından restore edilerek, Rahmi Koç Müzesi adıyla, Ankara’nın ilk sanayi müzesi haline getirilmiş. Ankara Kalesi’nin giriş kapısı önündeki Atpazarı meydanında, Atpazarı sokağı ile Koyunpazarı sokağının kesiştiği köşede, Çukur Han’la yan yana bulunmaktadır. Giriş kapısının iki yanında toplam 9 adet dükkân bulunuyor. Ana kapıdan tonozlu bir geçiş ile iç avluya ulaşılıyor. İki katlı yapılan hanın batı yönü, kottan faydalanılmış ve üç katlı yapılmış. Rahmi Koç müzesinde otomobiller sergileniyor. Özellikle üst katta denizcilikle ilgili malzemeler, fotoğraflar, tekne modelleri bulunuyor. Demiryolları ve trenler de unutulmamış. Müzenin alt bölümü (Safran Han) oyuncak müzesi haline getirilmiş. Han odaları; derici, saraç, kavaf, bakırcı, marangoz, demirci, berber, terzi, şapkacı vb. esnafları yansıtacak şekilde düzenlenmiş. Koçzade Ahmed Vehbi Ticarethanesi’nin (Vehbi Koç’un aktar dükkânı) bir modeli ziyaretçilere sunulmuş. Atatürk, İsmet İnönü, Rahmi Koç ve Mustafa Koç ‘un özel eşyalarının sergilendiği odalar müzenin en dikkat çekici köşelerinden.

Çukurhan: Ankara kalesinin giriş kapısının (Hisar kapı) karşısında, Atpazarı meydanında bulunuyor, Çukurhan. 1671 m2 lik alanıyla, mevcut hanların en büyüğü. 16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Çukurhan, Milli Mücadele döneminde askeri karargâh, sonrasında da cezaevi olarak kullanılmış. Han iki katlı olup, batı tarafındaki bölüm, eğimden faydalanılarak bir bodrum kat ilavesi ile üç katlı hale getirilmiş. Ortasında, dikdörtgen biçiminde bir avluya sahip. Avlu içinde, alt katta, doğu yönündeki revaklar hariç, diğer revaklı bölümler kapatılarak dükkânlar yapılmış. Üst kattaki revaklardan kuzey bölümü kapalı, diğer bölümler açık. Temel bölümü taş, üzeri tuğla örgülü. Tuğla duvar içine yerleştirilen ahşap direk ve payandalarla, duvarın sağlamlığı desteklenmiş. 2010 yılında yapılan restorasyon sonrasında, Divan Çukurhan adıyla, otel olarak hizmet vermektedir.

Kıbrıs Hanı: Pilavoğlu Hanı’nın güneyinde Kuş sokak üzerinde yer alıyor. Bitişiğinde Yeni Han bulunuyor. Ortasında avlusu bulunan iki katlı bir yapı. 17. yüzyıl yapısı, ancak yapılan yenilemeler ile özgün yapısı bozulmuş. Çatı dikleştirilmiş, kapısındaki kemer kaldırılmış ve bugünkü haline gelmiş. Duvarları kerpiç. Aralara konulan ahşap hatıllarla duvarları desteklenmiş. Deri ve yün deposu olarak da kullanılmış.

Kurşunlu Han: Sadrazam Mahmut Paşa tarafından, 15 veya 16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Bitişiğinde, yine Mahmut Paşa tarafından yaptırılan bedesten yer almaktadır. Kareye yakın planlı han, bir sıra taş, üç sıra tuğla örülerek, doğu bölümü iki katlı, batı bölümü ise eğim kullanılarak kat yapılmış. Kuzey cephesindeki giriş kapısının iki tarafında dükkânlar sıralıymış. Kareye yakın planlı avlunun üstü açık ve revaklarla çevrelenmiş. Revak bölümüne tek pencere ve kapı ile açılan odalar, beşik tonozlu. Odalarda, aydınlatma lambalarının konulduğu nişler ve ısıtmayı sağlayan ocak yerleri bulunuyor. Zemin kata 28 oda, birinci kata da 30 oda yerleştirilmiş. Çatısı kurşunla kaplı olduğu için, Kurşunlu Han olarak anılıyor. Bitişiğindeki Mahmut Paşa Bedesteni ile birlikte, 1968 yılında restorasyonu yapılmış ve 1969 yılında, Anadolu Medeniyetleri Müzesi adıyla hizmete açılmış. Kurşunlu Han: bu müzenin konferans odası, kütüphane, arşiv odaları, eski eser depoları, mutfak, yemekhane ve idari bölümden oluşan yönetim binası olarak kullanılmaktadır.

Pilavoğlu Hanı: Konaklama amacıyla 16 veya 17 yüzyılda yapıldığı sanılıyor. Koyunpazarı sokağı ile Hanlar sokağı arasında yer alıyor. Her iki sokağa karşılıklı açılan batı-doğu yönünde iki kapısı var ve Hanlar bölgesinin tek iki kapılı hanı. Eğimden faydalanılarak batı tarafı üç katlı yapılmış. Pilavoğlu Hanı’nın üç katlı bölümünün ahır olarak kullanılan en alt katı, sonradan doldurularak, avlu oluşturulmuş ve han, iki katlı hale getirilmiş. Yapılan tadilatlarla, toplam 40 oda oluşturulmuş. Bir restorasyon geçirmediğinden, özgün mimarisini koruyor. İlk adı, Ali Paşa Hanı. Daha sonra Pilavoğlu ailesinin mülkiyetine geçmiş. Bir süreliğine kadın ve çocuk cezaevi olarak da kullanılmış. Buradaki 40 odada (atölye) çoğunluğu kadın olmak üzere, sanatın hemen hemen her dalında üretim yapılıyor. Hanın avlusunda da Borges kafe, gelen ziyaretçileri ağırlıyor.

Pirinç Han: Pirinç Han’ın ilk yeri, Kasaplar çarşısında, bugünkü Pirinç Han’ın biraz ilerisinde bulunan ilkokulun yerindeymiş. 1930 lu yıllarda yıkılmış ve yerine bu okul yapılmış. Yukarı Yüz bölgesinde bulunan Pirinç sokaktaki şimdiki Pirinç Han ise, eski bir konak restore edilerek oluşturulmuş. Tek girişli, üç katlı ve ortası avlulu. Ahşap karkas ve araları kerpiç dolgu ile inşa edilmiş. Özgün mimari özelliklerini koruyor. Antika eşyaların satıldığı dükkânların yanı sıra, tasarım atölyeleri de yer alıyor. Zemin katta 13, birinci katta 14, ikinci katta 15 olmak üzere, toplam 42 adet dükkân bulunuyor. Ortadaki avluyu kullanan bir kafe de ziyaretçilere dinlenme olanağı sağlıyor.

Rençber Han: Rençber Han’ı, Yukarı Yüz’de, Hanlar sokağı ile Kuş sokağının kesiştiği köşede yer alıyor. Kıbrıs Hanı’na komşu. İki katlı ve tuğla örgülü. Dış cephenin alt katındaki dükkânlar depo olarak kullanılıyor.

Safran (Zağfiran ya da Zafran) Hanı: Safran Han, Hanlar Bölgesinde, Çukur Han’ın güneybatı tarafında bulunmaktadır. Kayserili Hacı İbrahim oğlu Hacı Mehmet tarafından, 1511 yılında yaptırılmış. İki mescidin masrafları için gelirinin bir bölümü vakfedilmiş. Yapılan tadilat ve onarımlarla, özgün hali kaybolmuş. Tipik Osmanlı dönemi hanı. Ortası avlulu, iki katlı ve revaklı. Hanın giriş kapısı tonozlu. İkinci kattaki revaklar camla kapatılarak, dükkân haline getirilmiş. Oda tavanları tonozlu ve 42 odası bulunuyor. Ankara’da sof ticareti, önemini yitirdikten sonra diğer hanlar gibi, Safran Han da işlevini kaybetmiş, depo olarak kullanılmaya başlanmış. Safran Han, günümüzde, bir bölümü Çukurhan’ın, diğer bölümü de Çengel Han’ın bir parçası haline getirilmiş. Müze olarak kullanılıyor.

Sulu Han: Kale eteği (Tahtakale) olarak da adlandırılan Aşağı Yüz bölgesinde, Hacı Doğan mahallesinin Suluhan sokağı ile Tenekeciler sokağı arasında yer almaktadır. Padişah II. Bayezid devri emirlerinden olan Hasan Paşa tarafından 1508-1511 tarihleri arasında yaptırılmış. Osmanlı döneminde kahve ve iplik ticaretinin merkeziymiş. Başlangıçta Hasanpaşa Hanı olarak adlandırılmış. 1688 de, Han’a su getirilmiş, birinci avluya şadırvan ve mescit, ikinci avluya hamam yapılmış. Bu tarihten sonra Sulu Han adıyla ünlenmiş. Kuzey-güney yönünde uzanıyor ve iki avlusu bulunuyor. Birinci avluyu çevreleyen revak bölümünün arkasında, üst katta 32 adet ve alt katta 30 adet oda bulunuyor. Alt kattaki odalar bir kapı ve pencere ile avluya bakıyor. Üst kattaki odaların dışa bakan birer penceresi var. Kuzey bölümü kare planlı. Avlunun ortasında bir şadırvan ve üstünde, dört ayak üzerine oturmuş bir mescit var. Bu haliyle, Bursa’daki Koza Han’ı andırıyor. Kuzeydeki avludan güneydeki avluya, güney duvarı içindeki bir koridordan geçiliyor. Güney bölümünde, avlunun kuzeybatı köşesinde, hamam yer alıyor. Güney avlusunun zemin katı ahır olarak kullanılmış 1929 yılındaki büyük Tahtakale yangını ile harap olmuş. 1984 yılında moloz ve kesme taşlar kullanılarak, aslına uygun bir şekilde kâgir olarak restore edilmiş. Aslında olmayan yan kapılar sonradan açılmış.

Yeni Han: Yukarı Yüz bölgesinde, Kuş sokakta, Kıbrıs Han’ın bitişiğinde bulunuyor. Adı ”Yeni” olmakla birlikte, metruk bir görünümü var. 16 veya 17. yüzyılda yapıldığı sanılıyor. Kıbrıs Han gibi, iki katlı ve kerpiç duvarlı. Ahşap hatıllarla desteklenmiş. Ortasındaki avluyu, revak çevreliyor. Alt kattaki revak bölümü kapatılmış. Çatısının ortası çökerek bel vermiş. Alt katta depo ve dükkânlar bulunuyor.

Yenisaray Hanı: Pilavoğlu Hanı’nın arka kapısının çıkışında bulunan Hanlar sokağı ile Şanlı sokağın kesiştiği köşede yer alıyor. İki katlı. Üst katı ev, alt katta dükkân ve depolar bulunuyor

Yıldız Han: Yıldız Han da Pilavoğlu Han’ın arkasındaki Hanlar sokağında, Yenisaray Hanı’nın üst bitişiğinde bulunuyor. Ahşap karkaslı olan bina iki katlı. Üst katında iki ev ve alt katında iki dükkân var.

Son yıllarda, Aşağı Yüz ve Yukarı Yüz (Hanlar bölgesi) ziyaretçilerin odağı haline gelmeye başladı. Bölge, genel olarak SİT alanı. Buradaki anıtsal nitelikli tescilli yapılar kapsamında, bir kısım hanların restorasyonu ve renovasyonu çalışmalarına başlanmış, bir kısmı ise bitirilmiş. Hanlara; müze, otel, gastronomi, sanat faaliyetlerine olanak veren fonksiyonlar kazandırılmış. İmar planlarında da yer alan dönüştürme ve yeni fonksiyon kazandırma çabaları, karşılık bulmuş. Düzenlenen resim atölye ve sergilerini görmek için, ziyaretçi sayısı her geçen gün artıyor. Kafeler de gezi yorgunluğunun atılmasını ve Ankara manzarasının Kale’den seyredilmesi olanağını sağlıyor. Bu tarihi doku içinde, 16. ve 17. yüzyılın canlandırılmaları (teatral) yapılarak geziler daha cazip hale getirilebilir. Ama, bugünkü haliyle bile gidilmeye ve gezilmeye değer. Arastada üretim yapan bakırcıların, tenekecilerin, dokumacıların, kavafların sesleri, Atpazarında ve Koyunpazarında zahire ve yem satıcılarının sesleri, kahvehanelerde soluklananlar, sohbet edenler, Kale (Hisar) kapısında Subaşı ve Yeniçeriler, gelen ve giden deve kervanları, yüklerin indirilişi ya da yüklenişi, köşe başındaki çeşmede abdest alanlar, namaza yetişmek için seğirtenler, akşam vakti bekçinin (ases) elindeki sopayla dükkânların kapandığını kontrol etmesi ve han odalarında tek tek lambalar yanmaya başlarken duyulan ezan sesi. Kimler geldi, kimler geçti bu han odalarından, kimler ayak izlerini bıraktı buralara, kimlerin sesi yankılandı bu mekânda? İşte ben burayı 16. ve 17. yüzyılı benliğimde duyarak geziyor ve çok keyif alıyorum. Umarım sizler de bu keyfi yaşayarak, gezersiniz.

Bir başka yazımda buluşmak üzere, esen kalın sevgili dostlar.

GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/BeHCoi7EwoXdiruc7

10 comments

  1. Danyalim Emegine saglikBunlardan 3-4 tanesini BiliyordumSaol canimEnfes gorsellerle susledinGalaxy cihazımdan gönderildi

    Liked by 1 kişi

Meryem Dinç için bir cevap yazın Cevabı iptal et