Ankara Üniversitesi Kültür gezginleri olarak, 3 Ekim’de Acemhöyük, Aşıklıhöyük ve Aksaray müzesini kapsayan bir gezi gerçekleştirdik. Daha önce, Aşıklıhöyük ve Aksaray müzelerini gezmiş, Blog yazılarımı ve fotoğraflarımı paylaştım. Bu defa Acemhöyük kazısında gördüklerimi ve öğrendiklerimi paylaşıyorum.
Acemhöyük, Aksaray il merkezinin 18 km. kuzeybatısında ve Tuz gölünün güneyinde Yeşilova kasabası ile iç içedir. Höyük; doğu-batı yönünde 700 m., kuzey-güney yönünde ise 650 m. uzunluğunda bir alanı kapsamaktadır. Höyük üzerine çıkıldığında civarda başka höyükler de görülmektedir. Güney yönüne bakıldığında Hasan dağı bütün haşmeti ile karşımıza çıkmaktadır.
Yeşilova kasabasının önceki adı Acemköy. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran seferinde İran’ın Hoy kentinden (Acemistan) getirttiği 81 aileyi yerleştirmiş ve adı Acemköy olmuş. Bu nedenle de höyüğün adı Acemhöyük olarak anılmaya başlamış.
Anadolu’da, Paleolitik (Yontma taş) ve Neolitik (Cilalı taş) dönemden beri yerleşim var. Bu coğrafya, geçiş bölgesi olduğu için, insan göçlerine ve yerleşim yerlerine konu olmuş. Neolitik dönemde tarımsal üretime geçiş sağlanmış ve seramik üretimi başlamış. Çatalhöyük ve benzeri yerleşim yerleri oluşmuş. Bölgeler arası ticaret artmış. Tunç (Bronz) çağında, Afganistan’dan gelen kalay, Anadolu’da bakırla birleştirilerek sert bir alaşım olan tunç (bronz) elde edilmeye başlanmış. Tunçtan silahlar ve diğer malzemeler üretilmiş. Geç Tunç döneminde Hattiler hüküm sürerken, sonradan gelenlerle birlikte Hitit ülkesi oluşmuş. Hititler M.Ö. 1800 ile 1200 yıllarında egemen olmuşlar. Hitit metinlerine göre, Anadolu’da Hattiler, beylik ya da küçük krallıklar halindeymişler. Bunlardan biri olan Anitta, Kuşşara ve Neşa’nın (Kanesh veya Kültepe) kralı. Kanesh (Kültepe), Anadolu’da bulunan 20 kadar Asur kolonisinin merkezi ve yönlendiricisi olmuş. Acemhöyük’e, ilk kez, tüccarlar Kanesh üzerinden gelmişler.
Bu arada M.Ö. 2350 yılında, Sümer kralının Baş muhasebecisi olan Sami ırkından Sargon, kralın bir savaşta yenilmesini fırsat bilerek Akad adlı kendi devletini kurmuş. Bölgedeki teokratik temelli tapınak şehir devleti sistemini değiştirmiş ve güçlü bir bürokratik yapı ile idare edilen bir devlet oluşturmuş. Bu sistemle bölgede en büyük yönetici haline gelmiş. Burada kral Sargon’la ilgili söylenmesi gerekli olan bir kaç söz var. Krallığı ele geçirdiğinde, bir öykü uyduruyor. Bu öykü, Asur kralı Asurbanipal’in kütüphanesindeki tabletlerde bulunmuş. Kendinin, tanrılar tarafından seçildiğini ima eden öykü kısaca şöyle. ”Ben Agade’nin (Akad) büyük kralı Sargon. Annem yüksek rahibe idi, babamı bilmiyorum. Beni bir kamış sepete koydu ve onu ziftle kapladı. Beni nehre bıraktı. Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü. Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü”. Bu öykü, Musa peygamberin öyküsü ile benzeşir.
Anadolu’nun ortalarında ticaret yapan kesim, yükseltilen vergilerden rahatsız olunca, bölgenin en büyük kralı Sargon’a temsilciler göndermişler ve yardım istemişler. Kral I. Sargon, Fırat ırmağını (Puratum) geçmiş, Akad bölgesinin kuzeybatısında ve Anadolu içindeki küçük krallıkları ele geçirerek, Puruşhanda (Acemhöyük) kentine gelmiş. Kral Sargon, Puruşhanda ve çevresini çok beğenmiş ve üç yıl iki ay burada kalmış. Vatanlarını ve ailelerini özleyen bir grup asker, dönmek için isyan etmiş. Topraktan yaptıkları bilyeleri sapanları (Filistin tarzı) ile 5.5 m. enindeki surlara fırlatmaya başlamışlar. Etkili olan bu saldırı, surların bazı bölümlerinin yıkılmasına neden olmuş. Bu olayda, başka silah kullanılmamış. Yaralanan olmuş, ancak ölen olmamış. Kral Sargon, bu isyanın sonunda, Akad ülkesine gitmek üzere, Puruşhanda’dan ayrılmış. Sur bedeninde, sapanla açılan yaralar ve kullanılan toprak bilyeler, bu gün kazı alanında görülüyor.

Yukarıda da belirtildiği gibi, Asur koloni döneminden önce de (M.Ö. 3000 ile 2000 yıllar arası) Ege kıyılarından Afganistan’a ve Basra körfezine kadar geniş bir coğrafyada ticaret yapılıyormuş. Acemhöyük coğrafyasının o tarihlerdeki orman zenginliği, obsidyen gibi sert bir minerale sahip olması, gümüş ve bakır yataklarınının yanı sıra ticaret yollarının kavşağında bulunması, Acemhöyük’ü önemli hale getirmiş. M.Ö. 2000 yılların ilk çeyreğinde Asurluların devreye girmesi ile ticaret daha yoğun ve organize olarak yapılmaya başlanmış. Asurlular, o coğrafyayı askeri anlamda zapt etmek yerine, mevcut kentlerin etrafında aşağı şehir olarak adlandırılan bölgelerde karumlar kurmaya başlamışlar. Karum, Asur dilinde liman, rıhtım anlamına gelse de, kent yakınlarına kurulan ticaret merkezlerine de karum adı verilmeye başlanmış. İlk karum, Kayseri Kültepe’de (Kanesh) kurulmuş. Asurdan çıkan kervanlar bir kol olarak Diyarbakır üzerinden Kanesh’e, diğer bir kol olarak Adana, Pozantı üzerinden Kanesh ve Acemhöyük’e ulaşmışlar. Asurlu tüccarlar, kent içinde değil, karum içinde yaşamışlar.
Acemhöyük’te yapılan kazı çalışmalarında, 12 tabaka tespit edilmiş. 12-7. katlar Eski Tunç çağı dönemine, 6-1. katlar da koloni çağına karşılık gelmektedir. Höyüğün, güneydeki Sarıkaya tarafında koloni dönemi sonrası, Geç Demir çağı, Hellenistik ve Roma dönemine ait yerleşim yeri bulunuyor. Acemhöyüğün üstündeki küçük dört tepenin arasında, iki büyük düzlük alan görünüyor. Kuzeyde çanak-çömlek atölyeleri (fırınlar ve yuvarlak kil havuzları) ve 56 odalı Hatipler sarayı, Höyüğün ortasında, en tepe noktada ise 76 odalı Sarıkaya sarayı bulunuyor. Saraylar iki katlı yapılar ve üst katlara içeriden merdivenlerle çıkılıyor. Taş temeller üzerine kerpiç duvar örülmüş. Binanın statiğini güçlendirmek amacıyla, kerpiç duvar içine ahşap hatıllar atılmış. Gerek hatıllarda ve gerekse diğer ahşap unsurlarda ardıç, meşe, karaçam ağaçları kullanılmış. Katlar arası tavanlar tamamen ardıç ağacından yapılmış. Gelen mallar, Sarıkaya’nın girişindeki taş döşeli orta avluda bulunan silolara ve oradan da saray içindeki depo odalara aktarılırken, ürünlerin konulduğu depo, oda, çuval v.s nin ağzı ya da kapısı bağlandıktan sonra, silindirik mühürler kullanılarak kil bir tabletle kapatılırmış. Bir kil tablet; üzerine bastırılan silindirik mühür çevrilerek damgalanıyor. Kil tablet üzerine çıkan mühür izine, Bulla adı veriliyor. Bullalardan ürün cinsinin ne olduğu, kime ait olduğu ve nereden geldiği ile ilgili bilgiler var. Örneğin, Kargamış’tan şarap gelmiş.

Yine, bu avludaki küplerde kömürleşmiş kuru incir ve kuru elma bulunmuş. Kazı öncesinde, Höyük alanı içinde çocuklar tarafından bulunan 54 parça fildişinden yapılmış objeler, 1920 li yıllarda, bölgeye petrol arama amacıyla gelen ABD’li mühendise satılmış ve sonrasında, bu koleksiyon, Newyork Metropolitan Museum’a bağışlanmış. Halen orada sergileniyormuş. Bölgeden çıkarılan diğer fildişi objeler, tek kulplu ve çift kulplu bardaklar, emzikli bardak, tabaklar, üzeri geometrik şekillerle bezenmiş testi, küp ve çanaklar, tepsiler, ritonlar (hayvan başı ya da gövdeli içme kabı), kuvars ve obsidyenden yapılmış kaplar ve fildişi mühür ve objeler Ankara Anadolu Medeniyetleri, Aksaray ve Niğde müzelerinde sergileniyor.
Höyüğün kuzey ve doğusunu çevreleyen ve höyükten daha aşağıda bulunan ve aşağı şehir diye adlandırılabilecek bir yerleşim yeri de var. Bir ticaret merkezi olan karum burada yer alıyor. Ancak buraya Yeşilova kasabası yerleşmiş. Kentin nekropolisi (mezarlık) de bu bölgede. Bilinmeyen bir nedenden kent tamamen yanmış. C14 yöntemine göre, M.Ö. 1700 lerde yandığı tahmin ediliyor. Duvarlardaki kerpiç ve ahşap hatıllar, yüksek ısı ile pişmişler. Kerpiçler, pişme derecelerine göre, sarı renkten kırmızıya kadar olan tonlarda renk değiştirmişler. Karbonlaşan ağaçlar, yöre halkı tarafından toplanmış ve terzilere odun kömürü olarak, kömürlü ütülerde kullanılmak üzere satılmış. Özellikle Sarıkaya sarayının duvarlarında, bunların izleri açıkça görülüyor. Kazı ekibi tarafından, duvarların yıkılmasını önlemek amacıyla, yerel malzeme ile hazırlanan kerpiçlerden yapılmış duvar destekleri de göze çarpıyor. Saray odalarında insan iskeletine rastlanılmaması, yangında kentin tamamen boşaltıldığını gösteriyor.
Kazı alanının bir köşesinde, bir süreliğine toprak taşımada kullanılan 6 adet vagon bulunuyor.. Bugün, kazı alanı genişlediği için bu vagonlar artık kullanılamıyor. Bu vagonlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Alacahöyük kazısında kullanılmak üzere, Afet İnan’a gönderdiği 20 vagondan 6 sı. Bu vagonlar, Atatürk’ün Arkeolojiye verdiği önemin bir göstergesi olarak, kazı alanında bir anıt gibi duruyor.

Ayak izlerimi bıraktığım bir yeri daha, sizlere anlatmaya çalıştım. Bir başka yazımda buluşmak üzere, esen kalın dostlar.
GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/dYJshmryQN4n2h9Y9






Teşekkür ederiz. Yeşilova’lı biri olarak, Acemhöyük’ü ziyaret etmeniz, hakkında yazmanız bizi mutlu etti. Ayrıca, Ülkemizin kültür turizmine katkı sağlıyor ve tarihe not düşüyorsunuz…
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim, Sevgili Meryem. Sağolasın…
BeğenBeğen
Dayan ve yürü bu yolda Çağdaş Evliya Celeb Celebi…çok beğendim.. harika..
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim, Sevgili Salih…
BeğenBeğen
Coğrafya, siyasi tarih, sanat tarihi ve toplumsal tarih …
Bütün bu alanlardan bilgileri derli toplu ve güzel aktariyorsunuz/ anlatıyorsunuz.
Çok teşekkürler.
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim, Serpil Hanım…
BeğenBeğen
Ben Aksaray’a bağlı Ortaköy ilçesi Balcı mah. denim. Balcı Ortaköyden büyük bir kasaba iken siyasi olarak onun mahallesi haline getirildi
Balcı’da Koçasan adı ile anılan yığma tepe var etrafı tamamen örenyeri burada küp ve toprak kaplar çıkıyor. Hiç bir arkeoloji yetkilisi burası ile ilgilenmedi. Ziyaret etmenizi öneririm.
BeğenLiked by 1 kişi
Arkeolog arkadaşlara ileteceğim.
BeğenBeğen