GÖBEKLİTEPE, GİZEMLİ GEÇMİŞ

Güneydoğu Anadolu Projesi ve bölgede yarım kalmış, tamamlanamamış tesislerle ilgili tespitler yapmak üzere, 1985 yılında Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa ve Adıyaman illerine görevli olarak gitmiştim. O tarihte, Şanlıurfa’daki görüşmelerim sırasında, kimse Göbeklitepe’den bahsetmemişti. Fakülte Sınıf’72 yıllık buluşma toplantısını, 2015 yılında, Şanlıurfa’da gerçekleştirdik. Programda Göbeklitepe gezisi de vardı.

2017 yılında İsrail gezimde, Masada ve Lut gölünden (Ölüdeniz-Dead Sea) Kudüs’e dönerken Eriha (Jericho) kentine de uğramıştım. Eriha’nın, dünyanın en eski kenti olduğu söylenmişti. Antik Eriha ile ilgili kazı alanının etrafı çevrili olduğu için, içeri girememiş ve dışarıdan bir iki fotoğraf çekebilmiştim. Eriha’da Tel es-Sultan denilen höyükte kazılara 1868 yılında başlanmış. Daha sonraki yıllarda da aralıklı olarak kazılar devam etmiş. Weizmann Enstitüsü ve Kopenhag Üniversitesince yapılan kazı çalışmalarında alt tabakalara kadar inilmiş. Bu bölgede Natufian kültürü olduğu, akeramik dönemin (Çanak-çömlek öncesi dönem) yaşandığı, avcı-toplayıcılıktan tarıma geçişin ilk kez görüldüğü, bir besin üretiminin yapıldığı ve alt tabakaların M.Ö. 12000-11000 yıla tarihlendiği anlaşılmış. Bu kültür; sadece Eriha değil, Levant, Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail bölgelerine de yayılmış. Bu dönem Neolitik çağ, yani Cilalı Taş dönemi olup, o döneme ait taş aletler de bulunmuş.

Araştırıcılar, böyle bir kültürün, dünyanın başka bölgelerinde olup olmadığını sorgulamaya başlamışlar. 2017 yılı Ağustos ayında, Aksaray ilinde Melendiz ırmağının kenarında bulunan Aşıklıhöyük kazısına gitmiştim. Kazıyı, Prof Dr. Mihriban Başaran yönetiyordu. Burası da Neolitik çağın avcılık-toplayıcılıktan tarıma geçiş toplumu. M.Ö. 8500-7300 e tarihleniyor. Akeramik dönemi. 1200 yıl süren kesintisiz bir yaşam. Bol miktarda aşık kemiğine rastlandığı için, koyunların evcilleştirilmesine ev sahipliği yaptığı, düşünülüyor. Taş aletler, obsidyenden yapılmış. Kazı sırasında; buğday, mercimek, çitlembik ve bezelye tohumlarına rastlanmış. Kasım 2017 de Boncukluhöyük ve Çatalhöyük‘e gittim. Boncukluhöyük, Çatalhöyük’ten bin yıl daha önce. Sırasıyla M.Ö. 8500 ve 7500 lere tarihleniyorlar. Akeramik Neolitik dönemle Geç Neolitik dönem arası geçiş toplumu. Her üç höyükte de inanç (dinsel) unsuruna rastlanmamış.

Göbeklitepe’ye geçmeden önce, Nevali Çori‘den de söz etmek gerekir. Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesi sınırları içinde, Fırat’a karışan Kantara deresinin her iki yanında bulunan Nevali Çori höyüğü M.Ö. 10.000 yılına tarihleniyor. Akeramik Neolitik dönemin bir yerleşmesi. Yerleşik hayata geçilen ve hayvanların ehlileştirilmesine başlandığı bir dönem. Burada odalar, depolar, yemek pişirme odaları gibi 29 farklı yapı bulunmuş. Bunlardan tapınak olarak adlandırılan 14X14 m ölçüsünde kare planlı yapı. Çevresindeki duvar içine belirli aralıklarla 12 dikilitaş ve içeriye, kare tabana iki dikilitaş yerleştirilmiş. İçerideki dikilitaşların boyu 2.35 m. Dikilitaşlar T biçiminde ve ortadaki iki dikilitaş üzerinde kol ve el işlemeleri ile insanları sembolize ediyormuş. Atatürk Barajının yapılmasıyla baraj gölünün altında kalan Nevali Çori’den çıkarılan monolitler, heykecikler ve diğer buluntular Şanlıurfa müzesinde sergileniyor.

Fırat ırmağı üzerinde bulunan Atatürk ve Karakaya barajlarının yapımı sırasında, Basra körfezinden Akabe körfezine kadar Dicle, Fırat ve Ürdün (Şeria) ırmaklarının oluşturduğu Bereketli Hilal’in (Fertile Crescent) kuzeybatı ucunda kurtarma kazıları yapıldı. Nevali Çori’nin yanı sıra Samsat (Samosata-Commagene kralının kışlık sarayı) kazısı da bunlardan biri. Kazıyı yöneten Prof. Dr. Nimet Özgüç’le görüşmüş ve kazı için ek ödenek temin etmeye çalışmıştım. M.Ö. 8200 e tarihlenen Ergani ilçesinin sınırları içindeki Çayönü höyük kazılarına 1964 yılında başlanmış. Akeramik Neolitik çağ yerleşmesi olan Çayönü’nde ev planları ve taban döşemesi (terrazo tekniği) Nevali Çori ile benzerlik göstermektedir. Ancak, T dikilitaşlarına (monolitler) rastlanılmamış.

Şanlıurfa bölgesinde, T sütunlu yerleşimlerden çok sayıda varmış. Bunlardan en bilineni Göbeklitepe. Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın kuzeydoğusunda ve 22 km. uzaklıkta, Örencik köyü sınırları içinde, bozkırın ortasında bir tepe, bir höyük. Höyüğün tepesinde bir dut ağacı. Yöre halkı tarafından, Göbeklitepe’nin varlığı bilinmeden, yıllar boyu kutsal sayılan, adak adanan ve kurban kesilen yer. İlk kez 1963 yılında yüzey araştırmaları sırasında, buranın bir höyük olduğu tespit edilmiş. Düz bir alanda bir kaç tepe ve üstleri çakmak taşı (sertleşmiş kuvars) kırıklarıyla örtülü olan bu alanın, Paleolitik (Yontma Taş dönemi) ve Akeramik Neolitik (Cilalı Taş dönemi) döneme ait yerleşim yerleri olabileceği tahmin edilmiş. Yüzey araştırmaları sonrası hiç bir işlem yapılmamış. 1985 yılında, Şavak Yıldız adlı bir çiftçi, tarlasını sürerken sabanına takılan buluntuları Şanlıurfa müzesine vermiş. Değersiz olduğu düşünülen buluntular, ejderha benzeri bir sürüngen depoda bir köşeye konulmuş. 1994 yılına kadar Nevali Çori kazısının bitmesi beklenmiş. Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Urfa Müze müdürlüğü birlikte 1995 yılında kazılara başlamış. Ama kazı öncesi, çevreden toplanan ve tarla sınırını oluşturmak üzere örülen duvarların içinde kurt benzeri, dişleri açıkça belli bir hayvan kafası heykeli bulunmuş. Daha sonra, Alman Arkeoloji Enstitüsünden Klaus Schmidt’in başkanlığında kazılara devam edilmiş. Çevrede, Göbeklitepe gibi, 20 civarında yer olduğu tahmin ediliyor.

Göbeklitepe höyüğü ova tabanından 15 m. yükseliyor ve 3 katmandan oluşuyor. En üst katmanın üstünde de toprak örtüsü bulunuyor. Toprak örtüsünün altındaki;

I. katman: Nevali Çori’de de görülen dikilitaşlı kare yapılar. Akeramik (çanak çömleksiz) Neolitik dönem. M.Ö. 9.000-8.000.

II. katman: Dairesel ve oval yapılar. Akeramik Neolitik dönem. III. katmandan I. katmana geçiş dönemi (ara dönem).

III. katman: En alt katman ve en eskisi. Dairesel dikilitaşlı yapılar. Akeramik Neolitik dönem. M.Ö. 10.000-9.000. Zamanımızdan 12.000 yıl önce. Göbeklitepe’nin en değerli bölümü olarak kabul ediliyor.

Bu üç tabakalı kazı bölgesine giriş kontrolu sağlamak için, güney tarafına bir turnike konulmuş. Turnikeyi geçmeden, hemen sağ tarafta idari ve sosyal merkez bulunuyor. Turnikeyi 50-60 m. geçtikten sonra, sağ tarafta bazalt bir alanda, T şeklindeki dikilitaşların (monolit) ana kayadan kesildiği bir alana, taş ocağına ulaşılıyor. Burada kesilen dikilitaşlar, kazı bölgesindeki yapılarda kullanılmış. Bir monolitin kesimi yarım kalmış, ama mostrası ana kaya üzerinde ortaya çıkmış. Bir de kuzeyde bir taş ocağı varmış, Burayı görmedim. Burada da, ana kayadan kesilmiş ancak taşınmamış 7 m. uzunluğunda bir monolit (megalit olarak ta nitelendiriliyor) bulunuyormuş. Dünyanın çeşitli yerlerinde (Stone Henge, Malta, Baalbek, Mısır gibi) neolitik ve sonrası dönemlere ait monolitler bulunuyor. Bunların en büyüğü 16 m. boyunda 1000 ton ağırlığında Baalbek’te. Ancak, buradaki 7 m. lik T monolit de azımsanmayacak büyüklükte ve ağırlıkta. Yapılan kazılarda gün yüzüne çıkarılan monolit sayısı 300 civarında. Bu da dikkate değer bir diğer husus. Yol, güneydeki taş ocağından kazı alanına devam ediyor. Kazı alanı, dış etkilerden korunmak amacıyla, bir çatıyla örtülmüş. A, B, C ve D olarak nitelendirilen yapı alanlarının ve kazıların yukarıdan görülebilmesi için, traverslerden bir yol yapılmış. A, B, C, D yapıları en altta olan III. katmanda bulunuyor. Kesin olmamakla birlikte, bu dört yapının yaşları da farklı. Tarihi en eski olan D yapısı, en genci de A yapısı, Yapıların ortak özellikleri; dairesel veya elips formunda taşlarla örülmüş bir dış duvar, bu dış duvarın içine gömülmüş, başları dışarıda olan T biçiminde 10-12 adet monolit. Ortadaki alanda 2-3 m. aralıklarla yerleştirilmiş iki daha uzun dikilitaş (monolit). Ortadaki monolitler, yerde kaya içine açılan dikdörtgen kesitli oyuklara, dik şekilde ve herhangi bir çimento malzemesi kullanılmadan yerleştirilmiş. Tabanı oluşturan ana kayada açılmış kanallar var. Çevredeki duvar üzerinde iç alana geçmeyi sağlayacak bir giriş yok.

Özellikle ortadaki monolitler üzerine işlenmiş kol ve parmak izleriyle bu iki monolitin insanı betimlediği düşünülüyor. Hem duvar içine gömülü, hem de merkezdeki monolitlerin üzerinde yılan, boğa, tilki, kertenkele, kuş, turna, ceylan, yabani eşek, ördek, böcek, örümcek, yaban domuzu, aslan gibi hayvan kabartmaları bulunuyor. Bu hayvan figürlerinin neyi sembolize ettiği veya anlattığı henüz çözülememiş. Bir diğer önemli soru da, eldeki taş aletlerle bu kabartma hayvan figürlerinin düzgün bir şekilde yontularak, nasıl ortaya çıkarıldığıdır. Yani, hayvan figürleri yapılıp, monolitlere yapıştırılmamış. Buranın bir tapınak olduğu hipotezi, halen geçerliliğini koruyor. Bir başka soru ise, farklı tarihlerde ve farklı coğrafyalarda antik dönemden kalan yapıtların üzerlerine işlenmiş çantalar. Bu çantalardan Göbeklitepe’de de var ve bu gizem de aydınlatılabilmiş değil. Bölgede, henüz bir yerleşim yeri ve mezarlık saptanmamış. 20 ye yakın sayıda bu yapıları inşa eden insanlar, nerede oturuyorlardı ve ölülerini nereye kaldırıyorlardı? İnsanların buraya hayvan kurban etmek üzere geldikleri, töreni oturdukları çevre duvarı üzerinden izledikleri düşünülüyor. Buradan çıkarılan bazı heykeller ve monolitler Şanlıurfa’nın yeni müzesinde sergileniyor.

Bulunan semboller üzerinden, Göbeklitepe kültürünü, Türklerle ya da Vedalarla ilişkili olduğunu düşünenler var. Monolitlerin dizilişi ile Astronomik anlamda gökyüzü arasında bağlantı kuranlar da var. Bütün bu hipotez ve iddialara karşın. Göbeklitepe halen gizemini koruyor.

Bir başka yazıda buluşmak üzere esen kalın dostlar.

GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/RKHiHF2pQs96xrtn9

11 comments

danyalasik için bir cevap yazın Cevabı iptal et