KULA-SALİHLİ JEO PARKI VE KULADOKYA

Jeopark; yeryüzü şekilleri ve jeolojik özellikleri açısından ulusal ve uluslararası öneme sahip jeolojik oluşumların, korunarak gelecek kuşaklara aktarılması amaçlanan geniş coğrafi alanlardır. Türkiye’nin ilk ve tek jeoparkı, Kula-Salihli Jeoparkıdır. Ege bölgesi içinde, Gediz grabeninin (çukuru) orta bölümünde, Manisa’nın Kula ve Salihli ilçeleri sınırı içinde yer almaktadır.

Güneşten kopan Dünya’nın yaşı 4.5 milyar yıl kabul edilmektedir. Bir ateş topu olarak Güneş’ten ayrılan Dünya’nın dış kısmı soğuyarak 40 km. kalınlığında bir kabuk meydana gelmiş. Bizim üzerinde yaşadığımız kabuk. Dünya’nın yarıçapı 6378 km. düşünüldüğünde, çok ince bir katman. Kula-Salihli bölgesinde jeolojik oluşumlar 200 milyon yıl önce, Kula bölgesindeki yanardağların patlamaları ise, 1.67 milyon yıl önce başlamış. Buradaki yanardağ patlamaları, tektonik (yer kabuğundaki değişim) hareketler ve su erozyonu, Kula ve Salihli ilçeleri sınırları içinde ve Gediz ırmağının orta havzasında çok farklı jeolojik formasyonlara neden olmuş. Neredeyse bir laboratuvar gibi. Yeryüzü kabuğunun 200 milyon yıllık geçmişi ile ilgili bilgiler barındırıyor. Alanda yanardağ konileri, yan bacalar, sıçrama konileri, çöküntü alanları, peri bacaları, kaya sütunları, lav dereleri, dayklar (dik kaya duvarı), gnayslar, metamorfik (başkalaşım) kayaçlar, tortul kayaçlar ve buna bağlı farklı renkteki toprak katmanları vs. görülmektedir.

Kula-Salihli arasında, yukarıda belirttiğim özelliklere sahip, 2320 km2. lik bu alan, 14 Mart 2016 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Kula-Salihli Jeoparkı olarak kurulmuş.

Daha önceki bir yazımda Kula Divlit, Sandal Divlit ve Küçük Sandal Divlit yanardağlarından bahsetmiştim. Bu yanardağlar, bölgeyi yakmış kavurmuş. O nedenle, buraya Katakekaumene, Yanık Ülke deniyormuş, antik dönemde. Hemşehrim Coğrafyacı Strabon, Geographika adlı eserinin XIII.4.11 bölümünde ”beş yüz stadion uzunluğu, dört yüz stadion genişliği olan Mysia ve Maionia denen ve Katakekaumene olarak adlandırılan ülkeye gelinir. Burada hiç ağaç yoktur; sadece kalite olarak ünlü şarapların hiç birisinden aşağı olmayan Katakekaumene şarabının elde edildiği bağlar vardır. Toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renktedir. Bazıları bunun yıldırımlardan ve ateşli yeraltı patlamalarından olduğunu tahmin etmektedir” demektedir. Bir stadion ölçüsü çeşitli dönem ve uygarlıklara göre, 77 m ile 200 m arasında değişiyor. 200 m. üzerinden hesap etsek bile, Katakekaumene alanı, Strabon’un belirttiği ölçülerden çok daha geniş bir alanı kaplamaktadır.

Antik dönemde Katakekaumene olarak adlandırılan jeoparkın doğusunda yer alan Kuladokya bölgesinden ve devamından bahsetmek istiyorum. Kütahya’nın Gediz ilçesinden adını alan Gediz ırmağı; batıya, yani Ege denizine doğru, arazide menderes yaparak akmaktadır. Coğrafyacı Strabon, Geographika’nın XIII.4.5. bölümünde, Gediz ırmağını ”Hermos, Mysia’da kutsal Dindymene dağından çıkar. Katakekaumene ülkesinden Sardeis topraklarına girer” diye anlatır. Burada kısa bir açıklama: Dindymene; Gediz ilçesinin güneyinde yer alan ve Murat dağı adıyla bilinen bir dağ olup, antik dönemde Friglerin ve Anadolu’nun tanrıçası Magna Mater, Kutsal Ana Kibele’nin dağıdır. Bu nedenle de kutsaldır.

Gediz ırmağının Uşak-Manisa (Kula) sınırını geçtiği yerde yer alır, Kuladokya bölgesi. Kula’dan Ankara yönünde 16. km de yoldan görülmektedir, peri bacaları. Kuladokya adı, peri bacaları ile ünlü Kapadokya kelimesinden türetilmiştir. Türkiye’nin başka bölgelerinde de peri bacaları bulunmaktadır, Narman (Erzurum), Delice (Kırıkkale) gibi, ama en ünlüsü Kapadokya’dır. Kuladokya’nın oluşumunda, Kula Divlit yanardağı ve su erozyonunun etkisi büyüktür. Kuladokya bölgesinde, Gediz vadisine bakan kanyonun sağ ve sol duvarlarında çok sayıda peri bacası oluşumu vardır. Buradaki kayaç formasyonu ve tabakalaşma, Kapadokya bölgesinden farklıdır. Üstteki sert katman olmadığı için, pek şapka görülmez. Daha yumuşak katmanlar nedeniyle de su erozyonuna açıktır ve yıpranmalar daha hızlı olmaktadır.

Kuzey yönünde ilerlendiğinde, Kuladokya peri bacaları bölgesi geçildikten sonra, yol kuzey-batı yönünde devam ediyor. Yaklaşık 10 km. sonra Çakallar ya da Çakırlar köyüne ulaşılıyor. Bazalt sütunlar, köyün batı tarafında, aradaki derenin yamacında bulunuyor. Bazalt sütunlara, köyün girişinde solda bulunan çeşmenin yanındaki patikadan yaya olarak ya da, köyün içinden araçla araştırma evine kadar gidilebiliyor. Ben yürümeyi tercih ettim. Aslında burası, bir yanardağ konisi. Dört evreli patlama geçirmiş. Şekil bakımından, Kula ve Sandal çevresindeki yanardağ konilerinden farklı. Bu sütunlar, gnays olarak da adlandırılıyor. Sütunların tepesine çıkamadım. Evrelerin bazıları, tabandan itibaren ve renk farkı ile belli oluyor. Ağırlıklı olarak siyah ve pas rengi. Sütunların yüksekliği 110-130 m. arasındaymış. Çakallar köyünü geçip devam edildiğinde, tekrar Gediz ırmağına ulaşılıyor. Gediz vadisi ile Çakallar köyü arasındaki 5 km. lik mesafede, vadi tabanından 30 m. ve köyün doğusunda 6o m. yükseklikte olmak üzere, iki teras bulunuyor. Arazide, Divlit yanardağlarında olduğu gibi, bazalt lav dereleri görünmüyor. Bu teraslarda, bulunan bazalt çakılları ve tüf alanları da Çakallardaki yanardağ patlaması ile ilişkilendiriliyor. Çakallarda, bazalt sütunlarının oluşmasına neden olan patlamalar, zamanımızdan 500.000 ile 200.00 yıl öncesine tarihlendiriliyor.

bazalt
ÇAKALLAR (ÇAKIRLAR) BAZALT SÜTUNLARI

Kuladokya bölgesi ile Çakallar köyü arasında, ortalarda bir yerde, yontulmuş taştan yapılmış bir alet ve Homosapiens öncesi Homoerectus’a ait ayak izleri bulunmuş. Ayak izleri, Çakallar yanardağının patlaması sonucu çevreye yayılan yumuşak tüf üzerinde şekillenmiş. İzlerden, düz taban olmayan, baş parmak ve ikinci, üçüncü ve dördüncü parmak araları belirgin, iki ayaklı ve dik yürüyen bir grup olduğu ortaya çıkıyor. Bu izler, 250.000 yıldan az önceye tarihleniyor. Ayak izlerini görmedim. Çünkü, yoldan bir hayli uzak mesafede, yol dışı bir yerdeydi. Zaman kaybetmemek için gitmedim. Bu nedenle, yol üzerine konulmuş tabeladan aldığım bilgileri aktarıyorum. Evrimdeki sıralamaya göre, eskiden yeniye doğru, Homo Habilis, Homo Erectus (dik insan), Homo Sapiens (bugünkü insan), bir önceki diğerinin atası. Ayrıca; Dünya’da üç yerde, Fransa’da 25.000, İtalya’da 50.000, Macaristan’da 500.000 yıl öncesine ait farklı Homo Sapiens (insan) gruplarının ayak izleri bulunmuş. Kula, bu izlerin dördüncüsünü barındırıyor. Ben de yol kenarındaki bir tarlanın sınırına, Homoerectus’tan yaklaşık 250.000 yıl sonra bir Homosapiens olarak, kendi ayak izlerimi bıraktım.

Kula’da emekli bir öğretmen, sohbet sırasında, Gediz ırmağı üzerindeki Hoca Seyfettin köprüsünden bahsetmişti. Çakallar köyünden Gediz ırmağına doğru Hoca Seyfettin köprüsünü bulmak için, yola devam ettim. Kula-Selendi yoluna çıktım. Sağ tarafa yöneldim ve Kula Maden Suyu işletmesinden Hoca Seyfettin köprüsünün yerini öğrendikten sonra geri döndüm. Köprü yol üzerindeydi. Eski ve yeni köprüler yan yana. Köprü, Hoca Seyfettin İbni El-Hac Saruhan tarafından, 15. ve 16. yüzyıllar arasında, Kula Divlit yanardağından gelen lavların Gediz ırmağını daralttığı bir noktada yapılmış. Şimdi Gediz ırmağı, bu noktada daha da daralıyor. dört gözlü köprünün iki gözü kaldırılarak, iki gözlü köprü haline getirilmiş. Dört gözlü iken, 50 m. uzunluğundaymış. Burada çektiğim fotoğrafları, maalesef bulamadım. Muhtemelen silindi. Jeopark yönetiminin kullandığı fotoğrafı veriyorum.

44952459
GEDİZ (HERMOS) IRMAĞI VE HOCA SEYFETTİN KÖPRÜSÜ

Sonuç olarak; sosyal, antropolojik, arkeolojik ve jeolojik ilginç ve bir o kadarda zengin özelliklere sahip bir bölge. Mutlaka, Türkiye’nin başka bölgelerinde de bu zenginlikte özellikler taşıyan yerler vardır. Gidip, görmek gerekir. Bir başka yazımda görüşmek üzere, esen kalın, sevgili dostlarım.

GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/L46BkHDMMJE7mFpj8

7 comments

Serpil Tatlı için bir cevap yazın Cevabı iptal et