ÜRDÜN KASRLARI

Türkiye Gezginler Kulübü Derneği başkanı Prof Dr. Orhan Kural Malta dönüşü Covid 19 hastalığına yakalanmıştı. 9 Aralık 2029 tarihinde tedavi olmak üzere, hastaneye giriş yaptı. Hastalıkla mücadelesinde Prof. Dr. Orhan Kural’a moral desteği vermek amacıyla, Timur Özkan’ın moderatörlüğünde 36 yazar bir araya geldik. Aşağıda kapağı görülen, ”Korona Günlerinde Gezgin Olmak” adlı kitap hazırlandı. Ürdün Kasrları ile ilgili yazım, bu kitapta yer aldı. Bu yazım, söz konusu kitapta yer alan ”Ürdün Kasrları” ile ilgili yazımın, fotoğraflarla desteklenmiş halidir.

Öncelikle, Prof. Dr. Orhan Kural’ın Covid 19 (Korona) hastalığına yakalanmış olmasına üzüldüm. Umarım kısa sürede ve kolayca atlatır. Kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. (Maalesef, 23 Aralık bugün, Orhan Kural hocayı kaybettiğimiz haberini aldım. Ailesine sabır, kendisine rahmet diliyorum. Evrenin ışığı üzerine olsun, ışıklar içinde uyusun). Pandemi, tüm dünyadaki hareketliliği kısıtladı. Sadece devletin kısıtlaması değil, ilave olarak ben de kendimi kısıtladım. Korona kısıtlaması; eski gezi notlarımı ve fotoğraf albümlerimi karıştırmama ve unuttuğum bazı konuları hatırlamama neden oldu. Ürdün’de gezdiğim Emevi kasrları da bunlardan bir tanesi.

Ürdün gezime, Ocak 2018 de başkent Amman’dan başladım. Programa göre ilk güzergâh, Amman’ın doğusundaki Badia çöl bölgesi. Burası, Wadi Rum gibi, kum tepelerinin olduğu bir bölge değil. Oldukça düz bir alan. Etrafta hiç ağaç görünmüyor. Kısa boylu, çalı formunda susuzluğa dayanıklı bazı bitkiler görmek mümkün. Ürdün haritasına bakıldığında, doğuya doğru geniş bir şerit gibi uzanan bu toprak parçasında, komşu devletlerle sınırı oluşturan dağ gibi, ırmak gibi doğal engeller de yok.

BADİA ÇÖL BÖLGESİ

Osmanlı ordusu bu toprakları, İngilizlere karşı savunurken, İngiliz vatandaşı arkeolog, tarihçi, dil uzmanı (yedi dil bilen bir linguist) ve İngiliz casusu Gertrude Margaret Lowthian Bell, Arap aşiretlerini örgütleyip, Osmanlı ordusuna arkadan saldırtmış. Osmanlı yenilip geri çekilince, daha önce yaptığı sosyolojik, etnolojik durum ve petrol yataklarını esas alan çalışmaları sonunda, Winston Churchill’i ikna ederek; Suriye, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan sınırlarını cetvelle çizmiş ve buralarda yeni krallıkların (yeni devletlerin) kurulmasını sağlamış. Bu görevi sırasında, İngiliz casusu T. E. Lawrence’i de yetiştirmiş. Çöl kraliçesi adıyla anılıyor. Bu konu sinema dünyası tarafından da işlenmiş. Baş rol oyuncusu Nicole Kidman. https://youtu.be/RMgtx0xgcPM

Bugün, işte bu sınırların çizildiği çöl bölgesine gidiyorum. Bu bölgenin ilginç bir özelliği var. M.S. 8. yüzyılda, 707-744 yılları arasında, Emevi halifelerinin onbirincisi Al-Walid bin Yazid döneminde; Şam’da görev yapan elitlerin, yani halifelerin, yöneticilerin ve onların oğullarının (prensler) yılın bazı dönemlerinde, halkın gözünden uzak, ticaret yollarının dışında olan bu bölgede avlanmalarını ve keyif sürmelerini sağlamak için bazı kasrlar yaptırılmış. Çölde hangi hayvan avlanılır diye düşünülecek olursa, o tarihlerde bu bölgede bol miktarda ceylan varmış. Bu anlamda bölgede beş adet kasr var. Al-Mushatta, Al-Kharaneh, Al-Amrah, Al-Azraq ve Al-Hallabat. Bunlardan üçünü gezdim.

İlk durağım, Al-Kharaneh (Qasr Harana) kasrı. Başkent Amman’a 60 km. uzaklıkta ve 40 no. lu karayolunun hemen güney tarafında. Ziyaretçi girişinden sonra, kısa bir yürüyüşle ulaşılıyor. Taştan, kübik bir yapı. Köşelerde dört adet, kenar ortalarında dört olmak üzere toplam sekiz kuleye sahip. Duvarların dış ölçüsü 35X35 m. Bir giriş kapısı var ve güney cephe duvarının ortasındaki kule formunun içine yerleştirilmiş.

DSC04350

Yapı, iki katlı. İç kısmı, bir avlu olarak düzenlenmiş. Dış cephede, pencere yerine ince yarıklar görülüyor. İlk başta, ok atılabilecek mazgallar gibi düşünülse de, içeriden bu mazgallara yaklaşıldığında ok atma için uygun olmadıkları anlaşılıyor. Muhtemelen, çölün rüzgârından korunmak amacıyla çok dar yapıldıkları, ama yeterli miktarda havayı da geçirebildikleri düşünülebilir. Avlu kare şeklinde ve oda pencereleri avluya bakıyor. Avlunun üstü açık, ama kasrın formu nedeniyle, çöl rüzgârından etkilenmiyormuş. Al-Kharaneh’ta 61 oda bulunuyor. Kapıdan avluya geçiş koridorunun sağı ve solundaki odalar ahır ve depo olarak düzenlenmiş. Taş duvarlar kalın olduğu için, odalar küçük. Avluya girildiğinde, sağ (doğu) ve sol (batı) tarafa yerleştirilmiş merdivenlerle üst kata çıkılıyor. Odalar; bir sıra iç avluya bakacak, bir sıra dış duvarda olacak şekilde çift sıra sıralanmış. Dış duvarda olan odalar ışık ve havayı, daha önce sözünü ettiğim yarıklardan (mazgal) alıyor. Alt kat ve üst kat planları, oda yerleşimleri aynı. Zaman içinde, oda duvarlarını süsleyen freskler özelliklerini yitirip silinmişler. Binanın formundan dolayı, buranın han olduğunu iddia edenler de var, ama burası ticaret yolu üstünde değil.

İkinci durağım, Kasr Al-Kharaneh’ten 20 km. daha doğuda, Kasr Amra (Qasr Amrah ya da Kuseyr Amra). Kuseyr, küçük kasr anlamına geliyormuş. Küçük ama, kasrların en meşhurları. Bugün ayakta olanlar da, o günkü kasr binasından geriye kalanlar. Bu haliyle bile, erken dönem İslam sanatı ve mimarisinin en önemli örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. 1897 yılında Macar Alois Moselle başkanlığında bir arkeoloji heyeti tarafından keşfedilmiş. İspanya Ulusal Müzesi tarafından restore edilmiş. 1985 yılında da UNESCO tarafından, Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Kasr Amra’yı çevreleyen duvar izlerinden 250 dekarlık bir alana yayıldığı ve bu alan içinde bir askeri garnizonun (kale) yer aldığı tahmin ediliyor. Ayakta kalan hamam bölümüne, kuzeyden bir kapı ile giriliyor. Kireçtaşı ve bazalt kesme taşlar kullanılarak yapılmış. İlk girişte dikdörtgen biçiminde, kabul (resepsiyon), soyunma ve dinlenme salonu olarak nitelendirilecek bölümün üstü, kuzey-güney istikametinde uzanan üç beşik (silindirik) tonozla örtülü. Bu üç tonoz örtü ve tonoz örtüyü taşıyan duvarlarla bu salon, üçe bölünmüş duygusu yaratıyor. Mahfeller, kuzey ve güneydeki üçer pencereden aydınlanıyor. İçerisi loş, ışık pek yeterli değil. Güney tarafındaki pencerelerden daha aşağı seviyede, ortadaki büyük olacak şekilde üç silindirik tonozla örtülen sıcak bölüm. Tonozların üzerine fil gözleri yerleştirilmiş. Bir de soyunma mahfelinin batısında bir kapıyla geçiş yapılan bir bölüm var. Birinci oda kare kesitli ve beşik tonoz örtülü, hemen yanındaki ikinci oda da kare kesitli olup, bir nişle genişletilmiş ve çapraz tonozla örtülmüş. Sonraki üçüncü oda, pandantiflerle geçiş yapılan bir kubbe ile örtülmüş. Kubbenin dört tarafına pencere yerleştirilmiş. Bu odanın devamında dikdörtgen kesitli bir bölüm var. Burası külhanın olduğu yer. Kuyudan gelen su burada ısıtılıyor ve sonra da hamama veriliyor. Birinci oda: soğukluk/soyunma yeri (frigidarium), ikinci oda: ılıklık (tepidarium) ve üçüncü oda: sıcaklık (caldarium) bölümleri. Kuzeyde giriş kapısının önünde, 40 m. derinliğinde ve 1.8 m. çapındaki bir kuyudan, dönme dolap yardımı ile hamamın ve kasrın suyu temin ediliyor.

Hamamın içindeki fresk tarzı süslemeler, yangın sırasında çok tahrip olmuş. Ancak, yine de o dönemin sanatını yansıtacak yeterli ipucu veriyor. Batı duvarının sol tarafında, altı hükümdar resmedilmiş. Bunlardan dördünün, başları üzerindeki Arapça ve Grekçe yazılardan Bizans İran, Habeş ve Vizigot (İspanya) kralları olduğu anlaşılıyor. Diğer ikisi, Türk hakanı ile Çin ya da Hint imparatorunu betimlediği tahmin ediliyor. Üstlerindeki yazılar, fazla tahrip olmuşlar ve okunur olmaktan çıkmışlar. Hükümdarların hemen sağında ve batı duvarının ortasında yarı çıplak bir kadın, küvetin içinde ayakta duruyor. Bölünmüş karelerin her birinin içine güreşçi, demirci, marangoz, duvarcı ustası, taş ustası, taş taşıyıcı gibi esnafların resimleri yerleştirilmiş. Doğu duvarında bir av sahnesi işlenmiş. Yine duvarlarda ve tavanlarda deve, ceylan gibi hayvan figürleri görülüyor. Girişin solundaki kemerin gövdesinde bir enstrüman çalan bir müzisyen ile dans eden bir rakkase resmedilmiş. Av sahnesinde, ceylanları kovalayan tazılar görülüyor. Tavanda yine bölünmüş karelerin içinde deve, ceylan gibi hayvanların resimleri bulunuyor. Bebeğini tutan (muhtemelen yıkayan) çıplak bir kadın da görülüyor, resimler arasında. Birinci ve ikinci odalar olan soğukluk ve ılıklık bölümünün duvarlarında hamam ve doğum sahneleri tasvir edilmiş. Üçüncü odanın (sıcaklık/caldarium) tepesine yerleştirilen kubbenin iç kısmına, kuzey yarıküre Yıldız haritası (Celestial Horoscope-Zodyak) işlenirken, Eski Yunan mitolojisindeki karakterler kullanılmış. Orion, Gemini (İkizler burcu), Leo (Aslan burcu), Ursa Major (Büyük Ayı), Ursa Minor (Küçük Ayı), Ophicus (Elinde yılan tutan Sağlık tanrısı), Hercules (Herkül), Scorpio (Akrep burcu), Sagittarius (Yay burcu), Perseus (Kanatlı At) ve Andromeda yıldız ve yıldız kümeleri freskin bütün yıpranmışlığına rağmen seçilebiliyor.

DSC04391
HAMAMIN KUBBESİNİN İÇİNDEKİ YILDIZ HARİTASI (HOROSCOPE)
64218
YILDIZ HARİTASI (HOROSCOPE)

Bunlarda gösteriyor ki, ya süslemeyi yapan Bizans’tan bir sanatçı, ya da erken dönem İslam sanatı, Bizans sanatından etkilenmiş. Daha da ilginci ve önemlisi; ibadethanelerde (cami, mescit) yasaklanan insan sureti ve benzeri resimler, Emeviler döneminde günlük hayatın (konut, hamam vs.) içinde yasaklanmamış ve alabildiğine özgürce kullanılmış.

Maiyetleri ile Kasr Amr’ya gelen yöneticiler, sabah erken saatlerde, Şam sarayında damızlanmış Arap atlarının üzerinde ve köpeklerinin yardımıyla ceylanları avlamışlar. Sonra da av yorgunluğunu üzerlerinden atabilmeleri için hamamın yolunu tutmuşlar. Hamam sefaları, gün içinde uzun sürmüş. Bir taraftan banyolarını yine hizmetkârlarının yardımı ile yaparlarken, avladıkları ceylanlar da Kasr Amra’nın fırınlarında nar gibi kızartılarak ziyafet için hazırlanmışlar. Kuyularda soğutulmuş içeceklerle ve meyvelerle birlikte, tepsilerle hamama taşınmışlar. Üzerlerinde peştemal ve havlularla ve sıcak suyun verdiği rehavetle, duvar dibine sıralanmış sedirlere uzanan genç erkekler, av etinden bir parçayı ağızlarına atıp açlıklarını giderirken ya da soğutulmuş, üzeri buğulu üzüm tanesinin derisi ısırıldığında, üzüm suyunun ağızda bıraktığı tatla birlikte susuzluklarının giderilmesinden aldıkları zevkle, ava katılmayan yaşlılara nasıl avlandıklarını, avı nasıl kaçırdıklarını ya da nasıl yarıştıklarını biraz şakalaşarak ve biraz da iğneleyerek anlatmışlar. Sohbet devam etse de, zaman zaman gözler duvarlardaki ve tavanlardaki resimlere kaymış, kâh gökyüzündeki yıldızları betimleyen figürlerin, kâh bir kadının vücut hatları ya da sabah yaşadıkları av sahnesi benzeri betimlemelerin zihinlerde yarattığı hayaller, resimleri yapan sanatçının hayalleri ile birleşmiş ve bu hayallerin içinde esrik bir şekilde kendilerinden geçmişler. Belki müzik ve rakkaselerin de katkıları olmuştur, bu esrik hallerine. O devirde ben olsaydım, her halde böyle bir hamam sefası olurdu.

Bu ilginç kasrdan sonraki durağım, 20 km. daha doğuda Azraq Kalesi. Başkent Amman’a da 100 km. uzaklıkta. Adı, Arapçada mavi anlamına gelmekte olup, bölgenin tek tatlı su kaynağı olan Azraq vahasından almış. Kaleye gidiş yolu da bu su birikintisinin yanından geçiyor. Azraq kalesi, Romalılar tarafından, M.S. 4. yüzyılda bazalt kesme taşlarından inşa etmişler. O nedenle, etrafındaki diğer binalara göre, koyu renkli.

Kare şeklinde ve duvar uzunluğu 80 m. Kalenin, yani avlunun ortasında, Emeviler döneminde taştan yapılmış bir cami kalıntısı var. Emeviler, diğer kasrlar gibi kullanmamışlar, Azraq kalesini. Kalenin dört bir köşesinde birer kule ve iki duvarın ortasında da birer kule olmak üzere altı kulesi bulunuyor. Kale bedenlerinin alt bölümleri askerlerin koğuşları, silah, cephane ve erzak odalarına ayrılmış. Odaların üstleri kalenin burçları olarak düzenlenmiş. Komutan odası, kalenin ana giriş kapısının üzerine yerleştirilmiş. Burada, daha önce görmediğim kapılar gördüm. Kale kapıları, genelde sert bir ağaç (meşe vs.) üzerine sac levhaların perçinlenmesiyle yapılır. Al Azraq kalesinin kapısının her iki kanadı, tek parça halinde bazalt kayadan kesilmiş olup, yaklaşık 30 cm. kalınlığında. Kapı menteşeleri alt ve üstte yataklandırılmış. Buralara konulan palmiye yağı ile her bir kanadı 1 ton gelen kapı, kolayca hareket ettirilebiliyor. İngiliz casusu T. E. Lawrence, bölgedeki görevinin ilk yıllarında Al Azraq kale girişinin üstünde yer alan komutan odasında yaşamış. 1917 kışında Arap isyanı sırasında, kaleyi karargâh olarak kullanmış. Daha sonra, Wadi Rum’un derinliklerinde yer seçmiş, Osmanlı takibinden kaçarken. Buradan da Akabe’deki Osmanlı garnizonuna ve Hicaz demiryoluna, düzensiz Arap aşiret birlikleriyle baskınlar düzenlemiş. Baş rol oyuncusu Peter O’toole https://youtu.be/zmr1iSG3RTA

Al Azraq kalesinden Amman’a, Zarqa kenti üzerinden dönüyorum. Zarqa kentine 30 km. kala yolun sağında Kasr Al-Hallabat yer alıyor. Artık gün batımının yaklaşmış olması nedeniyle (muhtemelen de kapalıydı), gezme olanağım olmadı. Roma imparatoru Caracalla döneminde, yöre halkının Bedevi (Bedouin) aşiretlerinin saldırılarından korunması amacıyla yapılmış. Daha sonra, 8. yüzyılda, Emevi halifesi Hişam İbn Abd al-Malik; Roma kalıntılarını yıktırıp üzerine ve çevresine bir cami, beş sarnıç, bir büyük su deposu ve bir hamam yaptırmış. Mimari olarak Kasr Amra’daki hamama benziyormuş. Hayvan figürlerini ihtiva eden mozaikler ve duvarda fresklerle süslenmiş. Halen restorasyon çalışmaları devam ediyormuş.

Kasrlarla birlikte, Ürdün’ün doğusundaki çöllük alanı görmüş oldum. İngilizlerin, Osmanlı aleyhine Arap aşiretlerinin isyanına giden yolda yaptıkları çalışmalara rağmen , Ürdün halkının Türklere özel ilgi ve sevgi gösterdiklerini gördüm. Kendi adıma, keyifli bir gezi yaptığımı söyleyebilirim.

GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/6tadgtrYqV48ZKwN8

4 comments

  1. Üstadım, eline emeğine sağlık. Tüm çalışmaların için sana başarılar dilerim. Bugün 2. yarıda oyuna girdiğimi ve o yüzden geç mesaj atabildiğimi varsay.

    Liked by 2 people

belgincinar için bir cevap yazın Cevabı iptal et