WADİ RUM (RAMM), ÜRDÜN

Wadi Rum; Amman’ın 320 km. güneybatısında ve Akabe körfezine 60 km. uzaklıkta. Arabistan çölünün kuzey batısında yüksek bir plato üzerinde yer alıyor. Wadi Rum (Ramm) adındaki ”wadi”, bildiğimiz ”vadi”. Rum (Ramm) için de iki anlam veriliyor. Birincisi; Roma, ikincisi; yüksek plato. Yani, Yüksek Vadi ve/veya Roma Vadisi. Ay Vadisi olarak da adlandırılıyor.

Ürdün’ün en büyük çöl alanı olan Wadi Rum, büyüleyici bir yer. Kızıl kum denizi  ve üzerinde rüzgârın yarattığı dalgalanmalar. Bu  kum denizinde, granit zemin üzerinde, kum taşından oluşmuş dev adalar ve bu adalar arasında vadiler ve kanyonlar. Bu adaların bazıları, çöl zemininden 1750 m.ye kadar yükselmekte. Jabal Ramm 1750 m., Jabal Umm ad Dami 1850 m.. Burada, jeolojik evrimin izleri görülüyor. Ölü Denizin (Dead Sea-Lut Gölü) de bulunduğu çöküntü alanından daha eski, daha yaşlı. Görüntüsü nedeniyle Ay Vadisi de deniliyor. Rüzgâr erozyonu dev kayaları birer heykele çevirmiş. Ama bana göre; Mars Vadisi olmalı, kızıl kum ve dev kayalıklarıyla. Nitekim, 2015 yılında kızıl gezegen Mars’la ilgili Marslı (The Martian) filmi, burada çekilmiş.

Akabe gezimizden sonra, ziyaretçi merkezinin turnikelerini geçip, Wadi Rum’un gezi alanına girdik. İlk karşılayan, dev kum taşı adacıklardan biri olan Jabal Tubaygah ”Bilgeliğin Yedi Sütunu”. İngiliz casusu, arkeolog Thomas Edward Lawrence; Birinci Dünya savaşında, Osmanlıya karşı Arap isyanını yönetirken, gözden uzak bir bölge olan Wadi Rum’un iç kesimlerinde karargâhını kurmuş, Arap kültürünü özümsemiş ve bir süre burada Arap kıyafetleriyle, Araplar gibi yaşamış. Kendi hayatını anlatan otobiyografik eserinin adı da ”Bilgeliğin Yedi Sütunu-The Seven Pillars of Wisdom”. Yan yana yedi parmak veya sütundan oluşan bu kum taşı kaya kütlesinden etkilendi de kitabına bu adı mı verdi, ya da kitabının adı, daha sonra bu jeolojik kütleye verildi, pek belli değil. T.E. Lawrence; Wadi Rum’u ”Geniş, Yankılanan ve Tanrı gibi” olarak nitelendirmiş. Burada örgütlediği Arap isyancılarla, Akabe’de Kızıldeniz’e karşı savunma pozisyonundaki Türk birliklerine arkadan saldırmış ve ele geçirmiş. 1962 yılında, baş rolünü İngiliz aktör Peter O’toole’ün oynadığı ”Lawrence of Arabia-Arabistanlı Lawrence” filmi de Wadi Rum’da çevrilmiş. Akademi (Oscar) ödüllü bir film. Bu enlemdeki ışık,  iyi fotoğraf verdiği için film çekimi buralarda yapılıyor. Bu konuda diğer bir mekân, Fas. Arabistanlı Lawrence filmini, bu linkten izleyebilirsiniz.  https://youtu.be/zmr1iSG3RTA

Jeep safari hazırlıkları yapıldıktan sonra, ziyaretçi merkezi önünde bekleyen pikaplara (jeep) yerleştik ve Jabal Tubaygah (Tubaygah dağı-Bilgeliğin Yedi Sütunu) sağımızda olacak şekilde, güneye doğru kum üzerinde, gitmeye başladık. Havada bulut olmamasına rağmen, çöl yine de serindi. Hafif rüzgâr, öndeki araçların savurduğu kumları, pikapların arkasında, açık kasa üzerindeki bizlere vurmaya başladı. Daha sonra gördüğüm kum fırtınası da, çölde örtünmenin ve sarıp sarmalanmanın önemini gösterdi.

Bir süre sonra, araç konvoyumuz bir tepenin yamacında durdu. Safari turun ilk istasyonu. Tepenin güney yamacına rüzgâr kızıl kumu yığmış ve tepeye çıkan bir rampa oluşturmuş. Bu rampadan tepeye çıkarken, önceki basılmış izleri kullanmazsanız, kuma batıyorsunuz ve fazla enerji harcıyorsunuz. Bir de, kum zemin gevşek olduğu için, bastığınızda hafif geriye kayıyorsunuz. Tepeden görüntü harika. Geniş, kum kaplı alanlar arasında kaya adacıkları ve uzaktaki dağlar, manzara müthiş.

İkinci istasyon, Alameleh yazıtları (Alameleh inscriptions). Kayaların üzerine çizilmiş hayvan resimleri ve şekillerden oluşuyor. Bu kaya çizimleri, buradan geçen kervanların insanları tarafından yapılmış. Romalıların bölgeye egemen olduğu döneme kadar, Akabe’ye Kızıldeniz yoluyla gelen ticari mallar, Wadi Rum ve Petra üzerinden kuzeye, Doğu Akdeniz limanlarına ulaştırılıyormuş. Romalılar, yeni yaptıkları limanlarla kervan ve ticaret yollarını değiştirmişler. Bölge, zamanla önemini yitirmiş. Her bir kervan 70-100 deveden oluşuyormuş. Her dört deveden sonraki 5. deve gıda ve yiyecek taşırmış. Yük taşıyan develerden biri öldüğünde de, bu develerden biri onun yerine geçirilirmiş. Kervanlar; gündüz sıcaklığının yüksek olması ve güvenlik endişesi nedeniyle gece hareket ediyorlar. Gündüzleri de güvenlikli yerlerde bekliyorlar. İşte bu kaya çizimleri, kervandaki insanların, molalarda oyalanma amacıyla yaptıkları sanatsal faaliyetler. Deve resimleri fazlasıyla var. Deve kuşu figürleriyle birlikte, geometrik çizimler de görüyoruz. 20.000 den fazla duvar resmi ve yazıt var, Wadi Rum’da. 12.000 yıl öncesinden kalan izler olduğu söylendi. Demek ki, Anadolu’daki Göbeklitepe ile aynı dönem.

Üçüncü istasyon; kanyon içinde büyükçe bir girinti (niş). Ortadaki bir kaya kütlesinin bir yüzüne Kral Abdullah’ın, diğer yüzüne de T.E. Lawrence’in röliyefleri işlenmiş. Bu girintinin sağında, büyükçe bir kıl çadır var. Burası, gelen ziyaretçilerin soluklandığı ve kahve içtiği bir yer, hediyelik eşyalar da satılıyor.

Wadi Rum’da, çadırlarda yaşayan bir Bedevi (Bedouin) nüfusu var. Ziyaretçilere rehberlik, otel, safari (deve ve jeep) hizmeti verenler de bunlar.

Çöl halkı bedevilerin işlettiği otel konforundaki kıl çadırlarda, gecelemek de gerek. Anlatıldığına göre; bulutsuz, koyu gece mavisinde kandil gibi asılı yıldızlarla donanmış bir gökyüzü ve koca evrende sessizlik içinde, tek başına olma duygusu. Dolunay var ise, o da ayrı bir keyif olmalı. Yaşayamadığım bir keyif de, yüksekçe bir kayanın tepesinde gün batımını izlemek. Umarım, bir gün bu keyfi yaşamak için tekrar Wadi Rum’a gitme fırsatım olur. Tam pansiyon geceleme ve rehberlik bedeli, 70-80 Ürdün Dinarı (JD) civarındaymış.

Bu noktadan sonra, başlangıç noktası olan ziyaretçi merkezine dönüş başladı. 720 km2. lik alanın çok küçük bir parçasında, iki saatlik bir tur, çölü bize anlattı. Ziyaretçi merkezinde bizi bekleyen otobüsümüzle, kuzeybatıya doğru hareket ettik. Wadi Rum’un kuzey sınırında, yine çöl içinde Hicaz demiryolunun kalan bölümlerinden birinde durduk. Hicaz demiryolu, Osmanlı tarafından yapılan İstanbul-Medine hattı ve Wadi Rum’un içinden geçiyormuş. Bölgede travers yapılacak ağaç bulunmadığı için, Anadolu’nun  Toros ve Amanosların ağaçları kesilmiş. Raylar, İstanbul tersanelerinde yapılmış. İngilizlere karşı yapılan savaş ve Arap isyanında, lojistik desteği engellemek amacıyla, T.E. Lawrence’e bağlı birlikler ve isyancılar, Hicaz demiryolunun Ma’an-Medine arasındaki 680 km.lik bölümünü ve hat üzerinde 280 civarındaki köprüyü tahrip etmişler. İşte bu demiryolu parçası o günlerden kalan. Ancak; üzerindeki lokomotif, ahşap sıralı vagonlar ve makineli tüfek ayakları sonradan konulmuş. Gezinin bu bölümünde, Wadi Rum’da 4-5 km. uzaklıkta kum fırtınası başladı, ama bizi etkilemedi.

Böylece, Wadi Rum gezisini tamamlayıp, Ölü Deniz’e (Dead Sea-Lut Gölü) doğru yola çıktık.

GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/heizB8vapwF2kRe78

 

 

 

3 comments

Yorum bırakın