Ne zaman memleketim Merzifon’a gitsem, çocukluk anılarımın arasında önemli yeri olan Çelebi Mehmet Medresesi ya da Saathane‘yi ve çevresini gezer, anılarımı tazelerim.

Merzifon Çelebi Mehmet Medresesi; aynı zamanda Sultaniye Medresesi olarak da bilinen, Osmanlı döneminin önemli bir eğitim kurumu. Bu yapının inşasına, 1402 yılında Yıldırım Bayezid ve Timur arasında geçen Ankara savaşı sonrası, Osmanlı devlet birliğinin kurulmasıyla birlikte 1414 yılında, Yıldırım Bayezid’in oğlu I. Mehmed (Çelebi Mehmet) tarafından başlanmış. Medresenin ilk mimarı, aynı zamanda Amasya Bayezid Paşa Zaviyesi’nin de mimarı olan Ebubekr bin Muhammed el-Müşeymeş (Mehmet Mişmiş oğlu Ebubekir veya Ebubekir bin Muhammed bin Hamzatül-Müşeymeş olarak da anılıyor) olarak belirtilmektedir. Yapı, 1417 yılında Umur bin Ali Bey tarafından tamamlanmış. İnşa edildikten kısa bir süre sonra, 1418-1419 yıllarında Emin Onur oğlu Ali Bey tarafından onarım görmüş. Kayıtlar böyle ifade ediyor. Ancak, medresenin mimarisinde ve üzerindeki süslemelerde Selçuklu döneminin izleri görünüyor. 1417 yılında inşaatı biten binanın, hemen ertesi yıl, 1418 de onarıma girmesi çok anlamlı gelmiyor. Bu durumda, Selçuklu mimari özelliklerini taşıyan binanın Selçuklu döneminde yapılmış olduğu ve Sultan I. Mehmet (Çelebi Mehmet) döneminde onarılarak bugünkü şekline kavuşturulduğu yönünde bir yorum yapabilirim.
Merzifon, M.Ö. 5500’lere kadar uzanan kesintisiz bir yerleşim tarihine sahiptir; Hitit, Roma, Bizans, Danişmend, Selçuklu ve Osmanlı gibi çeşitli dönemleri yaşamış. Bu kültürlerin bu topraklarda izleri bulunuyor. Böyle bir kültür harmanının üzerine kurulan Merzifon Çelebi Mehmet Medresesi; bünyesindeki, Buhara da dahil, çeşitli bölgelerden gelmiş ilim insanları ve öğretmenlerin verdikleri din ve hukuk dersleriyle bilginleri, düşünürleri, kadıları ve devlet yönetiminde yer alacak idarecileri yetiştirmiş ve bölgenin entelektüel gelişimine önemli katkıda bulunmuş. Bir anlamda, Merzifon’un ilk üniversitesi.
Sultan I. Mehmed’in, Ankara Savaşı sonrası Osmanlı birliğini yeniden tesis etmesinin ardından bu kadar önemli bir medrese inşa ettirmesi ya da mevcut bir binayı, onararak eğitime tahsis etmesi, sadece eğitime değil, aynı zamanda devlet gücünü ve kültürel kimliği İslami kurumlar aracılığıyla pekiştirmeye yönelik politika ve stratejisinin bir göstergesi olarak da kabul edilebilir.
Merzifon Çelebi Mehmet Medresesi’ne anıtsal bir portaldan (Taç kapı) giriliyor. Giriş kapısının alnında mukarnaslı (geometrik desenli) içbükey bir kavsara ve kapının iki tarafında da mermerden kavsaralı mihrabiye nişler bulunuyor.



Mihrabiye nişlerden önce, karşılıklı olarak, yine mermer ve kırmızı taşların sıralı örülmesiyle yapılmış kemerli büyük nişler yer alıyor. Bu bölümde, medrese öğrencilerince dönemlerindeki bazı olayları dile getiren, siyah çini mürekkebiyle yazılmış, yazılar varmış. Bunlar, 1952 yılında yapılan onarım sırasında silinmiş.

Tavanı ise, göbek kısmında sekiz köşeli yıldız bulunan yaldız kaplı bir Selçuklu deseni süslemektedir. Bu desen, girişteki ahşap kapı kanatları üzerine de işlenmiş. Ahşap kapı kanatlarının orijinalleri, Ankara Etnoğrafya müzesinde sergilenmektedir. Medresenin kapısındaki kanatlar ise röprodüksiyondur.


Anıtsal portalın kemerinin üstündeki alında eski Türkçe ile ”Emere bi bina-i hazihi el medresetüşşerife Essultanül-Azam Sultan Mehmet bin-i Bayezit halledalahü sultanehü fi 817” yazıyormuş. Bugünün Türkçesi ile ” Bu kutsal medresenin yapımını Bayezit’in oğlu Büyük Sultan Mehmet buyurdu Sultanın gözetiminde tamamlandı tarih 817 (H)”. Anıtsal portal (Taç kapı), bu özellikleriyle, UNESCO Dünya Mirası listesine giren Beyşehir’deki Eşrefoğlu camiinin portalı (Taç kapı) ile büyük benzerlik gösteriyor. https://danyalasik.com/2022/09/05/esrefoglu-camii-beysehir/

Medrese; kare planlı, revaklı bir avlu etrafında şekillenmiş özgün bir mimari tasarıma sahiptir. Tasarımının temel özelliklerinden biri, eksenler üzerinde stratejik olarak yerleştirilmiş dört adet dışa çıkıntılı ve kubbeli eyvanın bulunmasıdır. Bu eyvanların aralarında ve revakların arkasında ise, odalar ve dershaneler sıralanmaktadır.


Medresenin avluya bakan dört kenar tavanlı revaklarla çevrilidir. İlk revak, Taç kapının (portal) yani giriş kapısının arkasında yer alıyor.

Sağdaki revakın arkasındaki yüksek tavanlı büyük oda, çocukluğumda Çocuk Kütüphanesi olarak düzenlenmişti. Her gün buraya gelir, ilgimi çeken kitap ve dergileri okurdum. Doğan Kardeş yayınları ile de ilk kez burada tanışmıştım. Buranın tam karşısında bulunan soldaki eyvanın arkasındaki büyük oda ise Halk Kütüphanesi olarak hizmet verirdi. Bu kütüphaneye de giderdim, ama Çocuk Kütüphanesinin yayınları daha renkli ve cezbediciydi.

Taç kapının karşısındaki eyvan bir camla kapatılmıştı. Burada, Merzifon Belediye bandosunun müzik aletleri bulunurdu ve zaman zaman bandonun müzisyenleri prova yaparlardı.

Revakların arasındaki avlunun ortasında üstü açık, içinde fıskiyesi bulunan bir şadırvan yer alıyor. Çevresinde sekiz adet filike (biri modern musluk) sembolik olarak var. Filikelerin önünde küp şeklindeki taşlara oturularak abdest alınıyordu. Zamanımızda havuz boş ve havuzun gövdesinde büyük bir çatlak var.




Bu avluda düğünler olurdu, sadece kadınların katıldığı. Avluya girişin sağındaki eyvanın bitişiğinde, köşedeki kemere büyük bir kilim asılarak yapılan perdenin arkasındaki revak bölümünde bulunan keman, cümbüş, klarinet (gırnata) ve darbukadan oluşan çalgıcı grubu, avluda oynayanları görmezlerdi. Asaf’ın davulu (baterisi) da anılarımın arasında yer alıyor. Biz çocuklar, perdeyi aralayarak, kadınların müzik isteklerini çalgıcılara iletirdik. Müziğin başlamasıyla havuzun başı hareketlenir ve kadınlar oynamaya başlarlardı. Medrese binasının köşeleri kesme blok taşlarla desteklenmiş. Duvarlar, kireç harcı kullanılarak moloz taş örgüsü ile yapılmış. Taş duvarın arasına iki sıra, bazı yerlerde üç sıra yassı tuğlalar yerleştirilmiş. Çatıya yakın bölümlerde de yassı tuğlalar dikine konulmuş.



Dışa bakan pencere kenarları kesme blok taşlarla desteklenmiş. Eyvanların arkasındaki büyük odaların pencereleri dikdörtgen olup, üst kısımlarında mermer de kullanılarak yapılan kör kemerler bulunuyor. Dövme demirden yapılan kafesler, pencerelerin güvenliğini sağlıyor. Bu pencerelerin üstünde yassı tuğlalarla çevrelenmiş kemerli, bal peteği görünümünde olan daha küçük pencereler, tavana yakın bölümlerden odalara gün ışığı sağlıyor. Ayrıca, odalar dışa bakan yüzlerinde bulunun şevli pencere ya da delik diyebileceğimiz yerlerden gün ışığı alıyor.


Giriş bölümü hariç (burada saat kulesi yer alıyor), diğer üç eyvan ve büyük odaların üstü kurşun kubbe ile kaplıdır. Eyvanların arasındaki odaların üstü beton kaplı olup kiremit bulunmamaktadır. Odaların ısıtılmasında kullanılan ocakların tuğladan örülmüş bacaları da buralarda yükselmektedir. Bir de çocukluğumdan , binanın sağ köşesinde, çatı bölümünde kırmızı şapkalı bir siren aklımda kalmış. O zamanlar, öğle saatlerinde bütün esnafların dükkânları kapatma zorunluluğu vardı. Yine, o dönemin tabiri ile belediye çavuşları (belediye zabıtası) öğle tatilinde dükkânların kapalı olup olmadığını kontrol ederdi. İşte, Medrese’nin bu bölümüne yerleştirilmiş olan bu siren, çalarak, öğle tatilinin başladığını ve dükkânların kapatılması gerektiğini bildirirdi.
Merzifon Çelebi Mehmet Medresesi’nin taç kapının (portal) üzerinde yer alan, tuğla ile örülmüş, silindirik formdaki Saat Kulesi yapının daha sonraki bir eklemesidir. Bu kule, 1866 yılında dönemin Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Gövdesi, sonradan, depreme karşı dayanıklılığını sağlamak amacıyla dört yatay ve dört dikey beton kuşakla desteklenmiş. Kule, şerefe bölümünden sonrası ahşap olarak devam etmekte olup, dört yüzünde saat kadranı bulunmaktadır.


Orijinalinde ağırlık sistemi ile çalışan saat mekanizmasının ahşap tokmakları, kulenin kafesli olan bölümünde bulunan çana, saat başlarında saat kadar sayıda ve yarım saatlerde de bir kez vurarak kente saati bildirirdi. Saat Kulesi, Merzifon’un bir çok yerinden görüldüğü gibi, göremeyen bölgelere de gong sesi ile zamanı bildirirdi. Merzifon Kalesi’nin (şimdi Cumhuriyet Ortaokulu) hemen dışında olan anneannemlerin (Sucular) evinde saat bulunmazdı. Evin penceresinden baktığımızda, Saathane’nin saatini görür vakit konusunda bilgilenirdik. Çanın gong sesleri de, saathaneyi görmeden vakit bildirimi yapmış olurdu. Çan sesini istemeyenler nedeniyle, saat uzun süre çalışmadı. Bugün, Merzifon, nostaljik sesine modern cihazların yardımı ile kavuşmuş durumda. Saatin eski mekanizmasının bir parçası ise, Merzifon Belediye başkanının makam odasında sergileniyor.

19. yüzyılın sonlarında kentlere bir saat kulesinin eklenmesi, Osmanlının modernleşme eğilimini ve Avrupa’nın mimari ve şehir planlama unsurlarının benimsenmesini yansıtmaktadır. 19. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli reformların (Tanzimat) ve Avrupa ülkeleriyle artan etkileşimin yaşandığı bir dönemdir. Bu durum, Batı teknolojileri ve kentsel planlama ilkelerinin benimsenmesine ve uygulanmasını yol açmış. Saat kuleleri, bu dönemde Osmanlı şehirlerinde yaygın bir özellik haline gelmiş (Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Yozgat, Erzurum, Çorum, Sungurlu, Göynük, Beyrut/Lübnan, Yafa/İsrail vs. kentler). Tarihi bir medrese gibi geleneksel bir İslami kuruma saat kulesi eklenmesi, eski ile yeninin bir karışımını temsil etmekte ve geleneksel ezan vakitlerinin aksine, daha düzenli, kamusal bir zaman algısına doğru bir hareketi ifade ettiğini düşünebiliriz.
Medrese’nin hemen yanı başında bulunan Çelebi Sultan Mehmet ya da Medrese önü camii ile ilgili yazım ve fotoğraflarım da https://danyalasik.com/2023/02/20/celebi-sultan-mehmet-camii-ya-da-medrese-onu-camii-merzifon/ blog adresimde bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Çelebi Mehmet Medresesi ile ilgili uzun zamandır eksikliğini duyduğum blog yazımı tamamlamış oldum. Bir başka yazımda buluşmak üzere, esen kalın sevgili dostlar.
GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/hkAp7K2Gjw9mREN58