Foça, İzmir il merkezinin yaklaşık 69 km. kuzeyinde, Ege sahilinde yer alan bir yerleşim yeridir. Güneyde Büyük Deniz ve kuzeyde Küçük Deniz olarak adlandırılan iki koy arasındaki bir yarımada üzerine kuruludur. İlk kez 1979 yılında gitmiş, Küçük Deniz’e bakan bir balıkçı lokantasında balık yemiştim. Bu gidişimde aynı yeri buldum, adı Limni ve leziz deniz ürünlerinden tatma imkânım oldu. 1979 yılındaki nüfusu 6.500 civarındaydı. Şimdi ise, 34.000 i bulmuş.
Nüfusun bu kadar artmasına rağmen, halâ çok sakin. En güzeli de, kent içinde denize giriliyor olması. Kısa bir kumsalın yanı sıra, kıyı boyunca yapılan iskeleler insanlara deniz girme ve güneşlenme imkânı sunuyor.
Bir de Foça’nın taş evlerinden söz etmek gerek. Türk ve Rum evleri, aynı mimari özelliklere sahip. Cumhuriyet öncesi, kale içi Türk mahallesi. Rumlar kale dışında ve özellikle kıyı boyunca yerleşmişler. Ayrıca Türk evleri ile Rum evlerini birbirinden ayıran en önemli özellik, bina girişlerine hilal ve haç gibi inançlarla ilişkili şekillerin işlenmiş olması. Evler genellikle iki katlı. Köşelere, birbirinin üstüne uzun yontulmuş taşlar konularak, evlerin statik sağlamlığı sağlanmış. Alt katlardaki ara bölmeler hımış (doldurma tekniği), üst katlardaki ara bölmeler de bağdadi olarak yapılmış. Kapı ve pencerelerde taş söveler kullanılmış. Restorasyonu tamamlanmış taş evler, Foça’ya güzellik katıyor.
Yarımadanın üzerinde, deniz kıyısında Beşkapılar da denilen Foça kalesi bulunmaktadır. Kalenin 11. veya 12. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Bizanslılardan alan Cenevizliler, kaleyi yeniden inşa etmişler. 1455 yılında Osmanlıların eline geçmiş. 1538 ve 1539 yıllarında yeni surlar ekleyerek kaleyi genişletmişler. Foça kalesinin restorasyonu İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından finanse ediliyor. Geçmişteki restorasyonlarda birleştirici malzeme olarak çimento kullanılmış. Bu uygulama kale bedenindeki taşları eritmeye başlamış. Şimdiki restorasyonda orijinal malzeme olarak Bizans dönemi için toprak, Ceneviz dönemi için horasan ve Osmanlı dönemi için kireç harcı kullanılıyor. Beşkapılar denilen deniz tarafında kalenin bir kayıkhanesi bulunuyor. Küçük denizi Büyük deniz tarafına bağlayan, Athena tapınağı ve kalenin deniz kıyısından geçen ahşap yol ve köprü yapılmış. Bu gidişimde, köprü onarımı nedeniyle, yol kapalıydı. Yarımada üzerinde restorasyonu devam eden Fatih camii ile Kayalar camii gezilecek yerler arasında. Bir diğer yer Marinanın önünde bulunan Deniz müzesi. Ancak, pandemi nedeniyle kapalı olduğu için gezme olanağı bulamadım.




Phokaia’lıların, M.Ö. 11. ve 9. yüzyıl aralığında, Philogenes ve Damon adlı yöneticilerin liderliğinde, Korinth körfezinin orta kuzeyinde bulunan bugünkü Fokida, antik Focis bölgesinden, Küçük Asya’nın bu bölgesine geldikleri tahmin ediliyor. Foça adının, Yunanca’da fok balığı anlamında olan Phokaia’dan geldiği söyleniyor. Antik dönemde geldikleri yer olan Focis’le de ilişkisi olabilir. Halen Foça sahilleri, Akdeniz foklarının üredikleri ve yaşadıkları yer. Beraberlerinde Athena kültünü de getirmişler. İonlar, müttefikleri ve Kadmos ailesinden krallara tabi olmaları için, Erythrai (Eritre) ve Teos’dan üç prensi damat olarak vermişler. Böylece İon bölgesine dahil olan Phokaia önemli 12 İon kentinden biri olmuş (10 tanesi Batı Anadolu’da, biri Sisam’da ve diğeri Sakız’da).
Phokaialılar, körfezde, deniz kıyısında yerleşilen bölgenin etrafını 8 km.lik bir duvarla çevirmişler. Etrafı duvarla çevrilen bu yerin ortasında denizde Bacchion adını verdikleri küçük bir ada bulunuyormuş. Kent duvarlarının güney tarafta sonlandığı yere Nostaemos adıyla bir liman yapmışlar. Bugün, Büyük deniz olarak adlandırılıyor. Bacchion adı verilen adayı anakarayla birleştirerek, bir yarımada haline getirmişler. Böylece, bugün Küçük deniz olarak adlandırılan kuzey limanı ortaya çıkmış. Yarımadanın kuzeyinde, bugün Beşkapılar diye anılan bölgedeki kayalık üzerine, Athena adına bir tapınak yapmışlar. Birden fazla tapınak bulunan Phokaia’da en önemlisi Athena tapınağı. Tapınağın yüzü doğuya, yani kente dönük. Peripteros tipinde, yani tek sıra sütun başlıkları ile çevrili. Sütunların bulunduğu podyum, büyük dikdörtgen taşlardan yapılan duvarlarla desteklenmiş. Kazılan orta bölüm, bir oval yapı ve arkaik dönemdeki bir tapınak olduğu düşünülüyor. Buradan çıkarılan seramik parçaları Tunç çağından Demir çağına kadar olan dönemi kronolojik olarak da doğruluyor. Prof. Ekrem Akurgal tarafından başlatılan kazılara Ege Üniversitesince devam edilmiş. Halen Ege Üniversitesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesinin işbirliği ile kazılara devam ediliyor. Athena tapınağı 50 m. doğu-batı yönünde ve 35 m. kuzey-güney yönünde uzanıyor. Sütun başlıkları İon tarzı ve yörede bulunan tüf taşlarından, beşik çatısı da ahşaptan yapılmış.




2005 yılındaki kazılarda, Griffon ve At protom (önden görünüş) heykelleri bulunmuş, her ne kadar Phokaia Fok balıkları ile ilişkilendirilse bile. Çıkarılan bu heykellerin kopyaları, yarımadanın kıstak bölümündeki, yani Küçük ve Büyük deniz arasındaki yolun üzerine yerleştirilmiş. Griffon ve At protomları, tapınak içindeki kutsal odanın (cella) çevresine dizilmişler. Tapınak, büyük bir olasılıkla, M.S. 6. yüzyılda, bir depremle yıkılmış. Çıkan mermer parçalardan, Phokaialıların, tapınağı mermerden, yeniden inşa ettiği anlaşılıyor.
Bütün İon kentleri gibi, Phokaialılarda deniz ticareti ile zenginleşmişler ve M.Ö. 650-546 yıllarında altın çağlarını yaşamışlar. İon kentleri, Doğu Akdeniz ve Mısır’la yaptıkları ticaretle, buradaki kültürü almışlar ve kendi filozoflarının katkılarıyla da inançlardan sıyırarak, daha nesnel, örneğin Astrolojiyi Astronomi bilimi haline getirmişler. Bugünün dünyasına ışık tutmuşlar. M.Ö. 6. yüzyılda Pers istilasından kaçan Phokaialılar, Fenikeliler (Phoenicians) gibi, Urla merkez Limantepe’de, Lapseki’de (Lapsakos), Marsilya’da (Marsalla), Velia (İtalya), Alia (Sicilya), Nice ve Antibes’de koloniler kurmuşlar. Bu kolonilerle birlikte, zeytinyağı, şarap, dokuma ve seramik kapların ticaretini yapmışlar ve gemi yapımı ile de ünlenmişler. Fok resmi basılı sikkeleri, ticaret yaptıkları Bulgaristan’ın Sozopol kentinde bulunmuş. Deniz arkeolojisi kapsamında dönemin malzeme ve tekniği kullanılarak yapılan 20 kürekli Kybele adlı bir tekne ile Phokaia kolonisi Limantepe’den Foça, Velia, Alia, Nice, Antibes kolonilerine uğranılarak Marsilya’da sonlanana 1700 deniz millik bir yolculuk gerçekleştirilmiş. Penteconter denilen, uzun omurga ve mahmuzu olan güvertesiz, tek yelkene sahip bu gemiler hem savaşta, hem de ticarette kullanılmış. Aslı Urla Limantepe’de Deniz Arkeolojisi Merkezi’nde bulunan Kybele gemisi, bir anıt olarak Foça sahilini süslüyor. (https://danyalasik.com/2021/08/28/a-u-mustafa-koc-deniz-arkeolojisi-uygulama-ve-arastirma-merkezi-ankusam-urla/)

Bir de Homeros’un Odysseia adlı epik eserinin XII. bölümünde Siren ya da Seirenlerle ilgili bir öykü anlatılır. Foça’nın önünde bir grup ada bulunmaktadır. Bunların arasında bulunan Orak adasına yakın kayalıklar, söz konusu epik eserde anlatılan Sirenlerin yaşadığı yer olarak kabul edilir (her ne kadar başka yerlerde de Sirenlerin yaşadığından söz edilse de). Bu nedenle de Siren kayalıkları olarak adlandırılır. Öykü kısaca şöyledir: Kral Odysseia, Truva savaşından sonra, Tanrılar tarafından on yıl süreyle bir adaya kapatılır. Sonunda Kral Odysseia’nın evine dönmesine izin verilir. Denize açılan Odysseia, Büyücü tanrıça Kirke’den Sirenlerden nasıl kurtulacağını öğrenir. Sirenlerin, Acheolous’un kızları oldukları söylenir. Başları güzel bir kadın şeklinde, geniş kanatlı, kuş gövdeli, deniz kızlarından farklı olarak iki kuyruğa sahip olarak tanımlanırlar. Sesleri çok güzeldir. Yakından geçen gemiciler, Sirenlerin seslerinin büyüsüne kapılırlar, gemileri kayalıklarda parçalanır ve Sirenlere yem olurlar. Odysseia’da Sirenlerin seslerini merak etmekte ve duymak istemektedir. Kirke’nin yönlendirmesi ile Odysseia gemisindeki adamların kulaklarına balmumu döktürür. Kendini direğe bağlatır, ağzına da bir sünger tıktırır. Kayalıkların önünden geçerlerken, denizciler kulaklarındaki balmumu nedeniyle Sirenlerin seslerini duyamazlar. Kral Odysseia ise, Sirenlerin sesleri ile büyülenir ve uzun süre etkisinde kalır. Böylece, Kral Odysseia ve denizciler, Sirenlerin önünden bir kayıp vermeden geçerler.
Yazımı Ataol Behramoğlu’nun bir dörtlüğü ile bitiriyorum. Fotoğraflarım, Görseller bölümünde.
BEŞKAPILAR
Foça’nın bekçisi Beşkapılar
Önünden zümrüt bir derya akıyor
Gözünü dört açmak yetmemiş ona
Denize beş gözle bakıyor
Bir başka ayak izimde buluşmak üzere, esen kalın.
GÖRSELLER: https://photos.app.goo.gl/2qqttzBhXfLHmdd77










Çok güzel 👍 bir yazı ✍️. Elinize emeğinize yüreğinize sağlık
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkürler, Deniz Bey..Selamlar..
BeğenBeğen
İzmir’de yaşarken hafta sonları gittiğimiz şirin yerlerden birisiydi. Yazdıklarınla tekrar gitmiş gibi oldum. Ellerine ayaklarına sağlık. 🙏🙏
BeğenBeğen
Teşekkürler, can…
BeğenBeğen
daha evvel gezdiğim yerleri şimdi daha iyi anımsıyor ve hatırlıyorum, yüreğine ve kalemine sağlık.
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim, Sevgili Servet. Sağolasın…
BeğenBeğen