HALK İÇİN HİKÂYELER

Lev Nikolayeviç Tolstoy, Rusya edebiyat dünyasının en önemli isimlerinden biri. 1828-1910 tarihleri arasında yaşamış, varlıklı ve asil bir aileye mensup. Anna Karenina, Savaş ve Barış adlı edebiyat tarihinin önemli baş yapıtlarını yazdıktan sonra, 1880 yılında bir bunalıma girmiş ve düşüncelerinde ciddi değişiklikler olmuş. Yaşadığı hayatı yapmacık ve sahte olarak nitelendirip, gerçeği ”Halk” ta arayıp bulmaya çalışmış. Sanat kaygısını bir kenara bırakmış ve ahlakı ön planda tutarak, inanç düzeyinde halk için hikayeler yazmış. Bu nedenle de Tolstoy, ahlakçı yazar olarak nitelendirilir.

Tolstoy’la tanışmam da, babamın kütüphanesinde bulduğum, 1949 yılı Milli Eğitim basımı ”Halk İçin Hikayeler II. cilt” adlı eseriyle oldu. Gördüm ki, Halk için yazılan bu hikayelerden bazıları, ülkemizin bulunduğu coğrafyadaki hikayelerle benzerlikler gösteriyor, farklı inançtaki toplumlar olsa bile. Bu konuda, iki özet örnek sunacağım. Sırasıyla, önce Tolstoy’un hikayesi, sonrada Anadolu’daki hikaye.

BİRİNCİ HİKAYE

İKİ İHTİYAR:

Rusya’da aynı köyden iki ihtiyar arkadaş, hazırlıklarını tamamladıktan sonra, hac görevini yerine getirmek için yaya olarak yola çıkarlar. Biri; varlıklı, ağırbaşlı, içki, tütün içmeyen Efim Tarasiç Şevelev, diğeri: orta halli, içki içen, enfiye çeken, çevresiyle de hoş geçinen çıplak kafalı Elisey Bodrov.

Ukrayna’ya vardıklarında, Elisey susar ve yanından geçtikleri köyden su almak ister. Arkadaşı Efim’e de ”sen yoldan kalma, devam et, ben sana yetişirim” der. Efim yola devam ederken, Elisey köye girer. İlk evin önüne geldiğinde seslenir ama cevap alamaz. Eve girer ve bir odada açlıktan ölümü bekleyen yaşlı bir kadınla bir bebek yatmaktadır. Elisey, bahçedeki kuyuya gittiğinde kovanın ve ipinin kuyunun dibinde olduğunu görür. Kuyuya iner kovayı ve ipi çıkartır. Kuyudan suyu çeker. Yemek yapar, kadını ve bebeği doyurur. Ev ve tarla işlerini halleder. Bu arada hac için biriktirdiği parasını harcamış ve bir hayli de zaman kaybetmiştir. İşleri yoluna koyduktan sonra, bu yıl bana hac nasip değilmiş, diyerek köyüne ailesinin yanına döner ve kimseye de anlatmaz, başından geçenleri.

Efim, yaya Odesa’ya ulaşır. Limanda bekleyen vapura biner ve Yafa limanında iner ve Kudüs’e doğru yaya olarak yoluna devam eder. Efim, Kudüs’te bütün kutsal yerleri dolaşır ve ayinlere katılır. Hz.İsa’nın mezarı önü çok kalabalıktır. Ön saflara yaklaştığında Elisey’in çıplak kafasını görür. Nasıl olur? Aynı vapurda değillerdi ve bir sonraki vapur bir ay sonraydı. Öne geçmek ve Elisey’i yakalamak için hamle yapar, ama kalabalık ikonaları öpmek için dalgalanır, insanlar karışır ve Efim, Elisey’i yakalayamaz. Bu, üç gün böyle tekrar eder. Sonunda, hac görevini yerine getiren Efim  bir yıl sonra Yafa, Odesa üzerinden Ukrayna’ya ulaşır. Yolda Elisey’in su almak için gittiği köye uğrar, yiyecek almak için. Elisey’in gittiği evden bir çocuk Efim’e dede diye sarılarak eve götürür. Yaşlı kadın bu yeni hacıya yiyecek sunar ve biz insanlığı, geçen yıl bizi ölümden kurtaran yaşlı bir adamdan öğrendik, der ve olanları anlatır. İşte o zaman Efim durumu anlar. Tekrar yola çıkar ve köyüne varır. Arkadaşının evine gider. Elisey arı kovanlarının başındadır, Efim’in Kudüs’te gördüğü kıyafetiyle. Şeria ırmağından kutsal su getirdiğini ve gelirken de yolda daha önce arkadaşının gittiği kulübeye uğradığını söyler, Efim. Elisey’i, duymamış gibi konuyu değiştirir. İki arkadaş, bu konudan bir daha konuşmazlar ve başkalarına anlatmazlar.

SEYDİM SULTAN:

Çorum – İskilip karayolundan 3 km. içeride ve Çorum merkeze  23 km. uzaklıkta bulunan oldukça büyük bir köy, Seydim. 1972 yılında, Üniversite sonrası Çorum’da işe başladığımda, Seydim köyünden Mehmet Ökten adlı çiftçimin koyun ağılını görmek için gitmiştim Seydim köyüne. Köyün merkezinde bulunan caminin bitişiğinde iki türbe vardı. Biri Seydim Sultan’ın (Şeyh Seyyid Murad), diğeri de iki oğlu ve kızının türbeleriydi.

Seydim Sultan, Horasan erenlerinden. Vakfiyesindeki 1367 tarihinden önce, Seydim (Ovacık) köyüne geldiği söylenebilir. Köyün manevi bekçisi kabul edilmektedir. Seydim Sultan çobanlık (sığırtmaçlık) yapar. Her gün  köyün  sürüsünü, Çorum-İskilip karayolu üzerinde bulunan Dana Deresi köprüsünün altından geçirerek  Köse dağına doğru yaylıma otlatmaya çıkartır.

İskilip’ten iki kişi, hac görevini yerine getirmek için Mekke’ye gider. Hac görevini tamamlarlar, ancak paraları biter. Dönüş için bir türlü yeterli parayı temin edemezler. Aylar geçer. Bir gün birisi, Çorum’dan Seydim Sultan’ın sabah ve cuma namazlarını Kâbe’de kıldığını ve onun yardımcı olabileceğini söyler. İskilipli bu iki hacı arkadaş, Kâbe’de Seydim Sultanı kollamaya başlarlar. Bir gün ön saflarda, Seydim Sultanı görürler ve ona yanaşarak, paralarının Çorum’a dönüş için yeterli olmadığını ve kendilerine yardımcı olmasını isterler. Bunun üzerine Seydim Sultan, İskilipli hacılara, sabah namazında, kendisinin sağında ve solunda namazlarını kılarken eteğinden tutmalarını ve secdede gözlerini kapatmalarını söyler. Seydim Sultan’ın bu sırrı ifşa etmemeleri konusunda da bir şartı vardır. Hacılar denileni yaparlar ve gözlerini açtıklarında, kendilerini Dana Deresi köprüsünde bulurlar. Ama, hacılar sözlerine bağlı kalamazlar ve bu sırrı ifşa ederler. Seydim Sultan, sözlerine bağlı kalmayan hacılara lanet eder ve hacılar kısa aralıkla ölürler.

İKİNCİ HİKAYE

ÜÇ İHTİYAR:

Bir metropolit (Ortodokslarda, Patrikden sonra gelen bölgesel yetkili din adamı), Rusya’nın kuzeyindeki Beyaz denizde, gemiyle, Arhangelsk’den Solovki’ye gidiyordu. Gemi yolcuları burunda toplanmışlar, bir köylünün işaret ettiği yere bakıyorlar ve ufukta küçük bir adayı görmeye çalışıyorlardı. Köylü; adada üç ihtiyarın yaşadığını, çok az konuştuklarını, sürekli çalıştıklarını, birinin çok öfkeli olduğunu, diğerinin gülümsediğini söyler. Birinin beyaz sakalı dizine kadar uzanıyor, ikincinin sakalı beyazdan sarıya dönmeye başlamış, üçüncünün sakalı yeşile çalmaya başlamış, üçü de yüz yaşının üstünde. Metropolit, kaptana bu ihtiyarları görmek istediğini bildirir. Gemi burnunu adaya çevirir. Adaya belli bir uzaklıkta, gemi demir atar. Bir sandalla, metropolit adaya çıkarılır. Kıyıda el ele tutuşan yarı çıplak üç ihtiyar, metropoliti eğilerek karşılarlar. Metropolit, Allah’ın yardımıyla onun cemaatini gözetmekle görevlendirildiğini söyleyerek, Tanrı’ya nasıl hizmet ettiklerini sorar. İhtiyarlar, biz Tanrı’ya değil, kendimize hizmet ederiz. Nasıl dua edersiniz, sorusuna da ”siz üçsünüz, biz üçüz, bize merhamet edin” diye cevap verirler.

Metropolit, Tanrı duasını öğretmek için akşama kadar, bu üç ihtiyarın yanında kalır ve duaları ezberletir. Hava kararmaya başladığında, Metropolit ihtiyarlarla vedalaşır, sandala biner ve gemiye doğru yol alırlar. Metropolit gemiye çıkar. Gemi hareket eder. Ada, artık gözden kaybolur. Bir süre sonra, üç ihtiyar suyun üstünde, el ele durumda ayakları hareket etmeden koşarak gemiye yetişirler. Bir taraftan da Allah’ın adamı, biz öğrettiklerini unuttuk, bize tekrar öğret derler. Metropolit, ihtiyarlara ” Ey Tanrı ihtiyarları, benim size öğretecek bir şeyim yok, siz bildiğiniz gibi biz günahkarlar için de dua edin” der.

ÇOBANIN DUASI:

Hoca’nın biri Anadolu’da dağda sürülerini otlatan bir çobanla karşılaşır. Çoban çıkınını açmış, o gün yanında getirdiği yiyeceklerle yemeğini hazırlamaktadır. Çoban, hocayı görünce, kendini yemeğe davet eder. Yemek sırasında, hoca çobanla sohbet ederken, Allah’a nasıl dua ettiğini, namazı nasıl kıldığını sorar. Çoban, bu konuda kendisine bir öğreten olmadığını söyler ve sadece elimdeki çoban değneğini ileriye doğru fırlattığını ve değneğe kadar her yatış kalkışında, Allahım, beni affet diyerek gidip değneği aldığını söyler. Hoca, bu cevap karşısında, biraz da yediği yemeğin karşılığı olarak, ben sana öğretirim der. Akşama kadar, hoca abdest almayı, namazın bölümlerini ve bu bölümlerde okunacak duaları ezberletir. Son bir kez, öğrettiklerini çoban eksiksiz yerine getirir. Hoca mutludur. Çünkü görevini yapmış ve çobana İslami ibadeti öğretmiştir. İşi biten hoca, çobanla vedalaşır ve yamaçtan aşağı inmeye başlar. Tepenin eteğine ulaştığında, çobanın kendisine seslendiğini duyar. Dönüp baktığında, tepeden aşağıya çobanın uçarak geldiğini görür ve çoban, bir taraftan da ”Ey Allah’ın adamı ben senin söylediklerini unuttum, hepsi aklımdan uçtu, gitti” diye bağırmaktadır. Hoca, çobana ”Allah’ın adamı, benim sana söyleyecek sözüm yok, bildiğin gibi ibadet et” der.

Daha fazla benzer hikaye örnekleri var, ama yazımı uzun tutup sabrınızı taşırmak istemiyorum.

GÖRSELLER:https://photos.google.com/share/AF1QipPUC13RT2hLnaflik-RR0X-jLLzwQhvVBtpw06t_-ouf7Jm5JlVUpwPJgtO1sigpw?key=Q2RKYU83UnZDS04wYl9yZHJfWGpvRWRSX3FCUF9R

One comment

Yorum bırakın